Advertisement

Uzunca bir süredir dolarizasyon kavramını tartışıyoruz. Para ikamesi dediğimiz kavram, bir ülke para biriminin yıllar itibari ile alım gücünün düşmesi (hiperenflasyon/enflasyon sonucu) ve ülkede geçerliliği olan para biriminin ülke parası değil de ABD doları olmasıdır.

Para ikamesinin (dolarizasyonun) boyutunu anlamak için, toplam para arzı (ya da toplam mevduatlar) içindeki döviz mevduatlarının miktarına bakmalıyız. Böylece o ekonomi ne kadar dolarize anlayabiliriz.

Türkiye’nin son 20 yıllık döneminde, özellikle 2003-2012 dönemi düşen enflasyon ve makro reform ortamında, dolarizasyonu belirgin düşürdüğünü görüyoruz. 2001 başlarında dolarizasyon oranımız %60’ların üzerindeyken, düşen enflasyon ile beraber bunu 10 yıl içinde %25’lere kadar düşürdük. 2013 sonrasında ise, özellikle enflasyonda yükselen bir trend içine girdiğimiz için, dolarizasyonun da yıllar itibari ile arttığını görüyoruz.

2020 yılı içinde %55 gibi yüksek bir orana geldikten sonra Şubat 2020 itibari ile %50’ye gelmişiz. Dolayısıyla oran olarak bakarsak ters dolarizasyonun başladığını rakamsal görmekteyiz.

Burada karışıklık yaratan konu döviz alımlarına nominal bakmaktan kaynaklanıyor. Miktar olarak rakamın artıyor olması ekonominin her geçen gün daha da dolarize olduğunu göstermiyor. Bunu doğru anlamak için ekonominin yüzde kaç dolarize olduğunu yani yukarıda bahsettiğimiz orana bakmakta fayda var. O da son dönemde gerilemekte. Elbette nominal alım miktarının düşmesi, yani döviz bozumunun olması daha da arzu ettiğimiz, çok daha sağlıklı bir durum.

Genel çerçevenin ardından kısa vadede döviz hesaplarında ne olduğuna bakarsak. Gerçekten kim döviz alıyor, satıyor, parite etkisi var mı ya da altın etkisi nasıl, gibi.

Ekonomide kamuyu dışarıda bırakırsak, iki grup döviz tutmakta. Hanehalkı ve şirketler. Bu dövizin %65’i hanehalkına ait, gerisi şirketlerin. 2020 yılının tamamında yaklaşık 42mlr dolar civarında bir DTH artışı gördük. Bunun 30mlr doları hanehalkına ait (23mlr doları altın kaynaklı).

Her iki grubun da döviz talep ederken dürtüleri farklı. Şirketler ekonomide güvensizliğin yanısıra, döviz ödemeleri olduğu için belli dönemler yüklü döviz talep etmekteler. Burada gerçek talep söz konusu.

Diğer konu ise, şirketlerin öne çekilmiş döviz talebi. Ekonomide güvensizlik varken, ödemeniz olan aylara 7-8 ay varken dahi şirketlerimizin hızla döviz yükselecek varsayımı ile, öne çekilen bir döviz talebi oluyordu. Şimdi bunun bir miktar yavaşladığını söyleyebiliriz. Dolaysıyla talep devam ediyor (dış borç ödeme+döviz kredi geri ödeme kaynaklı), fakat öne çekilmiş ve döviz üzerinde baskı yaratan talep sakinlemiş gözükmekte.

Hanehalklarına bakarsak, yüksek enflasyon ortamında hızla döviz bozumunu beklemek zor. Yine de henüz veride net görmesek de, bankalardan hanehalklarının dönem dönem döviz talebinin çok yavaşladığını duymaktayız.

Rakamları analiz ederken, sadece manşet rakama bakarak 3 milyar dolar artmış 2 milyar dolar düşmüş şeklinde yorumlar eksik olabiliyor. Öncelikle Euro/Dolar paritesindeki aşağı ya da yukarı hareketler, haftalık veriler ABD doları olarak açıklandığı için, parite etkisi yaratmakta. Dolayısıyla her gruba ellerinde tuttukları euro ve dolar cinsi mevduat olarak ayrı ayrı bakmamız gerekli. Altının dolar fiyatında gördüğümüz haftalık oynamalar da, değerleme kaynaklı manşet rakamı etkiliyor. Bu matematiksel hesaplardan arındırarak bakmamız daha sağlıklı.

Diğer konu; sistemdeki efektif artışı. Sistem dışında olan bir dövizin yeniden bankacılık sistemine giriyor olması. Dolayısıyla manşette gördüğümüz döviz mevduat artışının bir kısmı da hemen hemen son 3 aydır yaklaşık 5 milyar dolar civarında olan efektif artışından kaynaklanmakta. Özetle her manset rakamda gördüğümüz artışa “döviz talebi devam ediyor ya da düşüyor” demektense alt detaylara bakarak analiz yapmamızda fayda var.

Yılbaşından bu yana hareket nasıl?

Hanehalkı; veride yılbaşından bu yana 300 milyon dolar bozmuşlar ve 300 milyon euro almışlar gibi bir hareket mevcut. Genel olarak talebin yavaşladığını görüyoruz. Bu olumlu fakat enflasyon meselesini düzeltmeden burada arzu ettiğimiz manada güçlü ters dolarizasyon için biraz daha zaman gerekli.

Altın tarafında ise yılbaşından bu yana belirgin değişiklikten bahsedemeyiz, daha çok değerleme hareketleri mevcut. Geçtiğimiz yıl hanehalkı 23 milyar dolara yakın altın almıştı. Buna altın ons fiyatındaki %30’luk değer artışı da dahil edilip bakılmalı. Değer artışını düşersek, 2020 yılında 15 milyar dolara yakın talep olmuş.

Burada ek bir detay daha olabilir. Suriye, İran, Irak gibi bölgelerden ülkemize göç eden vatandaşların varlıklarını da transfer ettiği (altın ithalatı) bir dönemden de geçiyoruz. Henüz bu veri tam yayınlanmasa da, hem altın ithalatımızdaki hem altın mevduatlarındaki artışın bir kısmı da bu kaynak transferinden geliyor olabilir.

Reel kesime (şirketlere) yılbaşından bu yana bakarsak; yaklaşık 1 milyar dolar bozmuş fakat 1.8 milyar euro almış gözüküyorlar. Bunun bir sebebi de döviz kredilerinin kapanmasından kaynaklanmakta. Buradaki talebin kısa vadede değişmesi de beklenmemeli. Zira 2020’de, her yıl olduğu gibi, reel kesimin yüklü döviz dış borç ödemeleri var.

Özetle, oran olarak baktığımızda ters dolarizasyon başlamış durumda. Döviz talebi yavaşladı mı dersek, bunu da hanehalkında kısmen görmekteyiz. Reel kesimde ise var olan döviz ödemelerinden dolayı döviz talebi devam ediyor. Fakat son 3 yıldır gördüğümüz, öne çekilen talebin yavaşlaması da iyi bir gelişme. Bu görece olumlu ilk haberlerle beraber, unutmayalım enflasyonumuz çok yüksek ve bu mücadeledeki başarımız ne kadar kararlı ve sabırlı olacağımızla ile alakalı. Dolarizasyon konusu da tıpkı enflasyon ile mücadele gibi uzun yıllar alan bir süreç.