Advertisement

Yılın son haftası olmasına rağmen haber akışı yoğun. 219’da Asgari ücret artışının %26 olması, ÖTV’nin seçim öncesi devam etmesine dair beklentiler, 2019’da elektrik ve doğalgaza %10 indirim geleceğine dair haberler, bir taraftan benzin fiyatlarının düşmesi ve iç talepteki daralmanın devamı. 2019 yılı enflasyon hesabı yaparken zorlayan faktörler.

Öncelikle Aralık ayı enflasyonuna bakalım. Ulaştırma tarafında, benzindeki düşüş %10’lar civarında, ve ÖTV katkısının devamı ile, Kasım kadar olmasa da bu ay da eksi bir enflasyon rakamı şaşırtıcı olmayacaktır. Yılı muhtemelen %20.5’lar civarında bir enflasyon ile kapayacağız.

2019 ilk çeyrek ne olur? Piyasanın çokça konuştuğu konu:  %26 asgari ücret zammı enflasyona ne kadar yansıyacak? TCMB’nin enflasyon dinamiklerine dair yapılmış pek çok çalışması bulunuyor (TCMB. Kara,  Öğünç,  Sarıkaya, 2016. Son On Yılda Enflasyon Dinamikleri: Tarihsel Bir Muhasebe) 2011-2016 dönemine bakarsak bu dönemdeki yıllık asgari ücret artışı ortalama %15, ortalama büyüme %5.5, yıllık ortalama kur artışının %14’ler civarında olduğu bir dönemde, asgari ücret artışının enflasyona katkısı yıllık bazda yaklaşık 0.8 olmuş. Altını çizmekte fayda var bu dönemde büyüme oldukça yüksek ortalama %5.5. Oysa ki içinde bulunduğumuz birkaç çeyrek iç talep daralmaya devam edecek. En azından gerçekleşen kredi daralması buna işaret etmekte. Ücret zammının, yüksek olmasına rağmen, ekonomi %5 büyürken yaptığı gibi bir etki yaratması beklenmemeli.  Asgari ücretten enflasyona geçiş sınırlı kalır.

Yukarıdaki tablo bize yıllar itibari ile, konuyla ilintili değişkenleri gösteriyor. Öngörü yaparken tüm bu rakamları dahil edip, asgari ücret 2019’da enflasyona yansır mı diye düşünmeliyiz. Petrol ve kurdaki olası düşük seyir bizi rehavete düşürmemeli. Çünkü işler tersine döndüğünde enflasyonun nasıl bir bela olduğunu bu yıl hepimiz gördük. Tablonun en can alıcı kısmı şudur, istatistik nasıl baktığınızla alakalı. TL bazında asgari ücret son 10 yılda %400 artmış, 400 TRY’den 2020 TRY’ye çıkıyor. Dolar bazında ise son 10 yıl artışı yalnızca %8. 310 usd’den 330 usd olmuş. Üretim yapınız ve enflasyon sepetiniz bu denli ithal yoğun olunca da, vatandaşın enflasyona ezilmemesi mümkün değil. Dolayısıyla TL bazında bakmak genel makro ekonomiyi anlamak için yeterli de değil.

Bir diğer konu; asgari ücret artışı işveren açısından maliyet anlamına gelmekte. Hali hazırda baskı altında kalan reel kesim, özellikle hizmet sektöründe, bu maliyet artışı işverenleri zorlayabilir. Firma maliyet yapısına dair yapılan çalışmalarda, personel giderleri toplam giderlerin %20’sine denk gelmekte. (TCMB. Yüncüler, Öğünç, 2015. Firma Maliyet Yapısı ve Maliyet Kaynaklı Enflasyon Baskıları)

%20 oldukça yüksek. Zaten maliyet sorunu yaşayan işveren, talebin de olmadığı, yani ürününü istediği fiyata satamadığı bir ortamda, maliyet düşürme yolunu seçebilir. Bu da işsizlik demek. Ya da kayıtdışılık gibi istemediğimiz etkiler vs. Bu da yine bir tur daha talep baskısı anlamına gelir.  

Türkiye’de enflasyon tarafında, en etkileyici faktörler ithalat fiyatları ve döviz kurları. İthal yoğun bir ekonomiyiz. İçinde bulunduğumuz dönemde petrol fiyatlarındaki düşüşün de enflasyonu düşürücü etki yaptığı unutulmamalı. Talebin bu denli baskı altında olduğu bir dönemde asgari ücret artışının enflasyonu yükseltici etki yaratması zor. Üzerine konuşulduğu gibi ilk çeyrekte doğalgaz ve elektrik indirimi de %10 gelirse bunun enflasyonu düşürücü etkisi 0.4 puan. Özetle, asgari ücretten gelen etkiyi kompanse eder. ÖTV hikayesi seçim öncesi de devam edecekse, ilk çeyrekte, bu faktörler kapsamında, piyasanın beklediğinin de altında (%22/23) bir enflasyon görme olasılığımız var.  

Enflasyonla mücadele konusuna gelirsek; “geriye dönük endeksleme” ile ücretleri ayarlamak, anlaşılabilir ama sağlıklı bir tercih değil. %20 enflasyon olmuş, bu yıl %25 ücret zammı yapalım demek elbette bir tercih. İlk aşamada vatandaşı enflasyona ezdirmemek gibi hızlı bir çıkarım yapsak da, genel makro açıdan orta vadede sonuç tam da bunun aksi. Geriye dönük endeksleme tercihi, bizim gibi enflasyon sorunu ülkelerde her daim bir sonraki dönem enflasyona katkı sağlar, mücadelenizi zorlaştırır. İktisadi açıdan enflasyonla mücadele kapsamında doğru olan YEP’te gördüğümüz 2019 yılı enflasyonu olan %16’lık artışın ücretlere yansıması idi. Bu olmadı. Seçim öncesi dönemde, politikacı iseniz ve kısa vadede büyümeye odaklandıysanız bu rasyonel gözükebilir. Lakin gerçekten enflasyon ile mücadele derdi olan bir ekonomi için, orta vadede sağlıklı bir tercih değil. Çünkü; yeterince düşüremediğiniz enflasyon ilerleyen dönemde büyümenizden çalar. Bu yüzden, öncelikle, büyümeden bir miktar feragat edip, enflasyon sorununu çözmemiz şart. Elbette kolay değil.

Bundan sonrası için karar vermemiz gereken konu şu: Enflasyon tek haneye inmeden, talebi yeniden canlandırıp cari açık yaratacak şekilde bir yol mu tercih edeceğiz, yoksa döviz kurunun enflasyon üzerindeki temel belirleyici rolünü görüp; tasarruf oranımızı artırarak cari açığı düzeltip, dolarizasyon ve ithal girdi bağımlılığını mı azaltacağız? İlk tercih kolay. İkinci tercih ise bir feragat rasyosu ile çalışmakta, kısa vadede zor ama uzun vadede Türkiye ekonomisi için faydası çok daha yüksek.

Her ne kadar bu ortamda %26’lık yüksek asgari ücret artışının enflasyona çok büyük geçişkenliği olamayacağını anlatmaya çabalasam da, atılan adımın sinyal etkisi başka. Sanırım, tercihimiz talebi canlandırmak, enflasyon ikinci planda.

2019 enflasyon ne olur sorusuna dair de, piyasa beklentileri YEP’teki beklentilere paralel %15’lerde. Talep daralırken, petrol düşükken, normal şartlarda 2019 sonunda zaten %15’in altında bir enflasyon görmemiz gerekir. Temel sorunumuz da o noktada başlayacak, tek haneye indirmek için asıl nasıl bir para/maliye politikası izleyeceğiz.