Advertisement

Nasıl ki 2018’in son haftaları global piyasalarda gayet hareketli idi. 2019 ilk haftaya da o şekilde başladık. Gün geçmiyor ki piyasada bir U dönüşü görmeyelim. 2019’un ilk günlerinde, Apple-Çin tartışması, JPY hareketi, ABD ISM verisinin beklenenden kötü gelmesi derken, bir anda işler Cuma günü Çin’den gelen munzam indirimi ve Powell’ın güvercin söylemleri ile tekrar tersine döndü. Özellikle son 3-4 haftadır, ister ABD Borsalarındaki hareketlere bakın, ister ABD 10 yıllıklara, ister bir anda terse dönen FED faiz indirim beklentilerine.. Aşırı boyutlarda ve hızlı dönüşler görüyoruz. Dolayısıyla piyasalar bu denli manik depresif hareket ederken, global tarafta ileriye yönelik sağlıklı öngörü yapmak da çok olası olmuyor.

Global ekonomi yavaşlayacak. Lakin son birkaç yıldır baskı altında kalan ve sermaye çekemeyen gelişmekte olan ekonomilerin, gelişmiş ekonomilerle kıyaslandığında büyüme farkları artıyor. Bu ekonomiler bu durumlarını avantaja dönüştürüp sermaye çekebilirler. Gelişmekte olan ülkeleri de kendi içlerinde ikiye ayırmalıyız: Ülke spesifik riskleri ve aksine avantajları olanlar. Zor geçen 2018’e kıyasla, 2019 yılında Türkiye ekonomisinin yeterli sermaye çekme ihtimali var. Piyasalar, makro gerçekleşmeleri önden fiyatlar. TL varlıklar da, 2018’de yaşadığımız süreci, 2013 yılından itibaren fiyatlamaya başladı. Bu fiyatlama 2017 sonundan itibaren daha da belirginleşti. 2018 yılı, 2008 global krizinden bu yana sermaye akışı anlamında en kötü yılımızdı. Her ne kadar, 2019’da bizleri zor bir ekonomi beklese de, TL varlıklar emsallerine kıyasla ciddi anlamda iskontolu ve cazip hale geldiler. Özetle, bu yıl TL varlıkların 2018’e kıyasla daha avantajlı olması kimseyi şaşırtmaz sanırım.  

Makro tarafa gelince işler biraz daha karmaşık maalesef. Özellikle büyüme tarafında.

Büyüme: Türkiye ekonomisi  bu yılın üçüncü çeyreğinde yıllık %1.6 büyürken, son dört çeyrek ortalama yıllık büyüme de %5.4 oldu. 2018 son çeyreğinde büyüme eksi 2 civarlarında gerçeleşirse, 2018’i %3 yıllık büyüme ile tamamlıyoruz. 3Ç18 sonunda 830 mlr usd olan GSYH rakamımız da yılı yaklaşık 760 mlr usd ile tamamlıyor. 2019 yılı büyümesine ilişkin tahminlere gelince: ilk yarıyıl eksi büyüme bekleniyor. İkinci yarıyıl toparlanma öngörüleri ile büyüme tahminleri yaklaşık artı eksi 2 arasında dalgalanıyor.

Yaşadığımız darboğaz ne 2001 ne de 2009 krizine benzer. Biri bankacılık sektörü idi diğeri de global, bizim dışımızdan gelen bir şok idi. Oluş şekilleri farklı olduğundan, çıkışlar da farklıydı.

2018’de yaşadığımız bu süreçte,  ekonomist olarak cevabını vermekte en çok zorlandığımız ve kanımca kimsenin net/teknik bir cevabı olmadan hissiyat ile bulmaya çalıştığı, büyüme tarafındaki sıkıntıyı 3-4 çeyrekte mi atlatacağız yoksa çok daha uzun süre baskı altında bir büyüme dönemine mi giriyoruz sorusu. Cevabın net olamayışı da anlaşılır. Çünkü bu biraz da otoritelerin bu dönemde ne hızda haraket ettiği ve ne derece doğru/teknik adımlar atabildiği ile bağlantılı olacak. Zaman doğru kullanılamayıp, atılan adımlar teknik düzeyde yeterli olmazsa, sürecin uzaması riski artar.

Enflasyon: 2018’i %20.3 ile kapadık. 2017’de enflasyon %11.90. Piyasa beklentileri YEP’teki beklentilere paralel %15’lerde. Talep daralırken, petrol düşükken, normal şartlarda 2019 sonunda zaten %15’in altında bir enflasyon görmemiz gerekir. Temel sorunumuz da o noktada başlayacak, tek haneye indirmek için asıl nasıl bir para/maliye politikası izleyeceğiz. Bu zaman zarfında bizim için en kritik konu ise TL’nin seyri.

Bundan sonrası için karar vermemiz gereken konu şu: Enflasyon tek haneye inmeden, talebi yeniden canlandırıp cari açık yaratacak şekilde bir yol mu tercih edeceğiz? Yoksa döviz kurunun enflasyon üzerindeki temel belirleyici rolünü görüp; tasarruf oranımızı artırarak cari açığı düzeltip, dolarizasyon ve ithal girdi bağımlılığını mı azaltacağız? İlk tercih kolay. İkinci tercih ise bir feragat rasyosu ile çalışmakta, kısa vadede zor ama uzun vadede Türkiye ekonomisi için faydası çok daha yüksek.

Talebi canlandıralım derken, ekonomik koşullar yeterince elvermeden (enflasyon kararlı şekilde düşmeden evvel) gelen bir faiz indirimi, maalesef TL’yi rahatsız eder. Başa döneriz. En kritik konu faizi düşürelim isterken yeniden kendimizi yüksek faizle başbaşa bulmamızdır. Bundan kaçınmalı ve sabırlı olmalıyız. Zaten doğru adımları atarsak enflasyonun düştüğü ortamda piyasa da buna ikna olur ve piyasa faizi de (bono) kendi dinamikleri ile düşer.  Burada net bir enflasyon görüntüsü oluşmadan acele ile atılan her adımın geri tepme potansiyeli ve ekonomiye zarar verme ihtimali yüksek. Umuyorum sabırlı olabiliriz. 

Bütçe tarafında 2019 Kasım itibari ile yılın ilk 11 ayında açığımız 54.5 mlr TL (geçen yıl aynı dönem açığımız 27 mlr TL idi). Faiz dışı fazlamız da 17 mlr TL (geçen yıl aynı dönem 29 mlr TL idi). Yani neredeyse yarıya düşmüş bir faiz dışı fazla, ve iki katına çıkmış bir bütçe açığımız var. 2018’i YEP’tekine benzer GSYH’nin %2’sine yakın bir bütçe açığı ile, 72 mlr TL, tamamlarken, 2019’da 81 mlr TL (GSYH %1.8) konusunda piyasada bazı soru işaretleri mevcut. Seçim yılı olması ve ekonomide daralma sürecinden dolayı, maliye politikasının destek vereceğine dair beklentiler yoğun. Dönem dönem de bunu ister asgari ücret zammından ister ÖTV’lerin sürmesinden görmekteyiz.  

Bütçenin sıkı devam etmesi piyasada en önemle izlenecek konu olurken kanımca bundan daha önemlisi şeffaflığın devam etmesi olacaktır. Dönem dönem piyasanın çok da alışık olmadığı tarzda adımların atılması burada risk priminin artmasına sebep olur. Misal, ihalelerin duyurulduğunun aksine iptal olması, ihale faizinin piyasa faizinden bazı dönemler oldukça farklı gerçekleşmesi, nakit ihtiyacından dolayı bazı kurumların genel kurullarının erkene alınarak Hazineye aktarılacak olan dağıtılabilir karın öne çekilmesi gibi... örnekleri çoğaltabiliriz. %93.5 gibi oldukça iddialı bir iç borç çevirme hedefimiz mevcut. Şubat ayında yüklü itfalar var. Elbette ki faizi düşürmek ve iç borç çevirme hedefini tutturmak için belirgin ve anlaşılır bir çaba mevcut. Lakin bir takım adımları atarken, risk primini yükseltme ve piyasayı bozma potansiyeli olan uygulamaları doğru ayırt etmeliyiz ki..sonrasında bize daha yüksek risk primi ve faiz olarak dönmesin.

2019’da dış denge rakamlarına gelirsek. Cari açığımız Ekim sonu 12 aylık kümüle 39 mlr dolar. Bunun 38 mlr doları net enerji ithalatı, 10 mlr doları net altın ithalatından kaynaklanırken, çekirdek cari denge (altın ve enerji hariç) 9 mlr dolar fazla veriyor. 2017’de 47 mlr dolar olan cari açığımız, 2018’i muhtemelen 27 mlr dolar gibi (GSYH %3.5) oldukça düşük bir rakamla kapatacak. 2019’da ise 20 mlr dolara kadar gerileyen bir cari açık olası. Cari açığımız düzelmeden ziyade, bir düzeltme sürecinde. İç talepteki önemli daralmanın sonucunda ithalat talebimiz belirgin düşüyor ve bu da cari açığımızı düşürüyor. Makro reformlar yaptık, üretim modelimiz ithal yoğundan ithal ikameye kaydı diye cari açığımız düşmüyor. Türkiye bunu yapabildiği zaman, risk priminde de faizinde de belirgin düşüş söz konusu olacaktır. Bir taraftan da en büyük ihracat partnerimiz olan Avrupa’da bir soğuma var, bu da ihracatımız için birkaç aylık vadede karşımıza çıkacak risklerden.

İyi olan haber, 2018’e girerken yaklaşık 240 mlr dolar dış finansman ihtiyacımız vardı, bunu karşılayamadık ve TL değer kaybetti. 2019’a girerken ise dış finansman yani döviz ihtiyacımız 180 mlr dolar. Doğru ve sakin adımlar attığımız takdirde bu finansman ihtiyacında da sorun yaşamayız. Bu durumda TL’de sakin kalır / enflasyon da düşer faiz de..

Özetle 2019’da, piyasalar makro gidişat ile ilgili ikna olmadan atılan her adımın dövize talep olarak karşımıza çıkma riski var. Bu yüzden hem iletişim çok kıymetli hem de oluşturduğunuz politika karışımı. Kısa vadeli kazanımlardan ziyade orta vadeye konsantre olup, doğru politika karışımını inşa etmek de, uygulamak da çok kolay bir iş değil.