Advertisement

Geçtiğimiz haftaki yazımda, bu hafta açıklanacak olan ekonomik pograma dair  “Umuyorum ki, haftaya açıklanacak olan programda bu konulara yönelik piyasayı tatmin edecek gelişmeler duyarız. Özetle, yapısal reformlara gelmeden önce bu tarz mikro sorunları aşmamız gerekiyor hızlı bir şekilde ki en azından kur ve faiz bir miktar rahatlasın. Reform yapabilecek ortam oluşsun“ diye görüşümü paylaşmıştım.

Dün açıklanan programda elbette ki reform niteliğinde bir detay yok, bunun neden beklendiğini de anlamak zor. Çok uzun bir süredir reform kelimesinin içi boşalmış durumda. Bu kelimeyi sanırım bir süre kullanmamakta fayda var. Öncelikli derdimiz para piyasasında son 3-4 aydır ortaya çıkan anomalilieri düzeltmek, algıyı düzeltmek ve dahası özel sektör bilanço sorununu çözmek olmalı.

Dün Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın özellikle borç yapılandırmalarına ve banka sermayelendirmelerine ilişkin yaptığı açıklamalara değinmek lazım, çünkü oldukça önemli idi. Bunların dışında kalan pek çok konunun üzerinden yeterli detay verilmeden geçildiği için çok yorum yapamıyoruz. Örneğin BES ve kıdem tazminatına dair yapılan açıklamaların ardından, detay ve bilgi eksikliğinden dolayı hızla yorumlar görmeye başladık. İletişim politikasında yaşadığımız bu eksiklik, doğru bir adım atıyorsak bile, bunun ağırlığını azaltmakta. Bigi ve rakam anlamında yeterli detaylar sunulmadan bu tarz teknik konuların eksik şekilde sunulmamasında fayda var sanırım - çünkü sonrasında konuya dair belirgin spekülasyon oluşabiliyor.

Bankaların sermayelendirilmesi konusuna gelirsek, iki farklı adım planlanmakta. İlk adım daha çok kamu bankaları ve Hazine’nin de içinde bulunacağı, kamu bankalarına sermaye benzeri özel tertip bono (DİBS) sağlanarak, 28 mlr try, sermayelerinin güçlendirilecek olması. Her ne kadar sistem tam nasıl işleyecek sunulmasa da, az çok tahmin edebiliriz. Kamu bankaları bono ihraç ettiler diyelim. Bu ihraç edilen bonolar da Hazine’nin çıkardığı özel tertip bonolar ile takas yapılacak. Bunun sebebi de, kamu bankalarının kendi ihraç ettikleri bonoların, TCMB ile yapılan repoya konu edilememesi. Oysa ki kamu bankaları ellerine takas sonrasına geçen DİBS’leri repoya konu edebilir, TCMB’ye teminat gösterip repo ile nakit alabilirler.  Bu bir anlamda borcun parasallaştırılması da olur (debt monetization). Yan etkileri elbette vardır. Fakat şu aşamada içinde bulunduğumuz zorunlu süreçte, eğer ki dışarıdan bir kaynak sağlamayacak isek yapılacak yöntemlerden biri de budur. Buna benzer bir uygulama 2001 sonrası dönemde de yapıldıktan sonra elbette içeride bir para arzı genişlemesi olmuştur. Bu işin yan etkisi doğru yönetilmesi gerekir. Öte yandan kamu bankalarının sermayelendirilmesi gerektiğinin,  bu şekilde kontrolsüzce kredi büyümesine katkı sağlayamacaklarının kabul edilmiş olması önemlidir. Peki bu kamu borcu yaratır mı. Elbette yaratır. Toplam 650 mlr TL iç borç stokumu 680 mlr TL’ye çıkartıyor. Ama kanımca eleştirilmesi gereken bu değil. Bu adım bir anlamda borcun parasallaştırılması şeklinde olacak ise, bu para arzının da artacağı anlamına gelir ve enflasyon riskiniz doğabilir. Lakin örneğin ABD örneklerine baktığınızda her borcun parasallaştırılması sürecinin de muhakkak enflasyonla sonuçlanmadığını görmekteyiz, ama bu risk elbette var.  

İkinci adım ise özel bankaların sorunlu alacakları ile ilgili. Sn. Albayrak her ne kadar bunun %6 civarında olacağını tahmin ettiklerini söylese de piyasa çok uzun süredir %10 gibi bir rasyoyu konuşmakta, (sorunlu kredilerin, toplam krediler içindeki payı). 2.5 trl TL’lik, kredi portfoyunde 250 mlr TL eder. Bunun 100 mlr TL’si bahsedildiği şekilde geçen yıl yapılandırıldı ise, bizim hesabımıza göre 150 mlr TL’lik bir sorunlu alacak vardır. %6’lık hesaba göre ise, yaklaşık 75-100 mlr TL arası, bir rakamdan bahsetmekteyiz.  Ki bankalarımız zaten %3-4 takibe giden alacakla da normal şartlarda devam da etmektedirler.

Yapılmak istenen, banka bilançolarında bulunan bu sorunlu kredilerin bilanço dışına çıkarılması. Özel bankalar, bu toksik varlıklardan, bilançolarında nasıl kurtulurlar sorusuna cevap aranıyor. Kurtulsunlar ki ülke ekonomisinde borç alma verme işi bir miktar rayına girsin. Sorunlu şirketlerin ödemekle yükümlü oldukları borçların da bir kısmı, bilançolarından temizlensin ki, yaşayabilecek olan şirketler yaşayabilsin. 

Burada tam detay paylaşılmamış olmakla beraber, G.Kore, Malezya gibi ülke örneklerine de baktığımızda, ki orada sadece özel sektör bilançosu değil kamu bilançolarında da sorunlar görmekteyiz; borcun sermayeye çevirlmesi yöntemi (debt to equity swap) karşımıza çıkmakta.

Bundan sonra yazacaklarım henüz planlanan konular, çünkü metodolojik olarak detayları netleşmiş bir süreç yok.  Kabaca, özel amaçlı bir şirket kuruluyor (SPV), iki ayrı fon oluşturulacak; Enerji Girişim Sermaye Fonu ve Gayrımenkul Sermaye Fonu. Bu fonların içine, bankalardaki ilgili sektörlerdeki sorunlu krediler transfer edilecek. Elbette bu belli bir iskonto ile (haircut) yapılacak, henüz bu rakamı bilmiyoruz. Ülke örneklerinde bunun %50’den %70’e kadar gittiğini görebiliriz. Dünya Bankasının alt kuruluşu IFC örneğin 5/6’lık bir iskonto uygulayarak bu tarz sorunlu kredileri satın almakta. Hangi şirkete nasıl bir muamele yapılacak, hangi şirketler yaşayacak bunlar da net değil.

Bahsi geçen, Enerji Girişim Sermaye Fonu ve Gayrımenkul Sermaye Fonunda, enerji ve inşaat sektöründeki  sorunlu borçlarda, borcun ait olduğu şirketin belli bir oranda sermayesi ile takas edileceğini (debt to equity swap) düşünüyoruz. Lakin borcun ve şirketin türüne göre bu başka bir menkul kıymetleştirme de olabilir.  Ve fon bu şekilde gerekli ratingleri de (kredi notu) aldıktan sonra  da pazarlanacak. Dolayısıyla bu zehirli varlıkları banka bilançosunun dışına çıkarmakta herkes hem fikir. Lakin bu borçlara hangi oranda tıraşlar (hair cut) uygulanacak, ya da borç hisseye mi çevrilecek/menkul kıymetleştirme başka türlü mü yapılacak bunlar henüz oluşmuş değil. Her ikisi de mümkün.

Diğer soru kim alır? Kime pazarlanacak. Geçtiğimiz hafta basına düşen EBRD - IFC gibi kurumların yanı sıra, varlık yönetim şirketlerinin, kamu fonlarının, alternatif yatırım fonlarının ve bunlara sahip yabancıların alması planlanmakta. Tarafların nasıl bir menkul kıymeti tercih edeceğinden tutun da, doğru dizayn edilip, fon iyi bir kredi notu alıp yabancı yatırımcıların karşısına çıkar ise, pazarlanabilir. Ek olarak, banklarımız da yine, bu fona yatırım yapmayı düşünebilirler. Mümkün ama oldukça karmaşık zor bir süreç.  Bunu ilk defa Türkiye yapacak da değil. Pek çok başarılı ülke uygulaması mevcut. 

Burada olumlu olan konu, yöntemsel olarak bu borçların banka bilançolarının dışına çıkması gerektiğine karar vermiş olmamız. V ve artık bunun için yöntem arayışına girmemizdir. Yoksa ne yöntem olarak kolay bir iş, ne de herhangi bir teknik detayı yeteri düzeyde biliyor değiliz. Sadece sorunu kabul edip, doğru anlama ve özel sektörün bilanço problemine dair başlangıç açısından doğru bir noktadayız artık.