Advertisement

Finansal piyasalarımızda, geçtiğimiz 6 aydır TL varlıkları baskı altında tutan üç konu vardı. Seçimler, zayıflayan makro temeller, S400 ve ABD ile ilişkiler. Sonuçta yatırımcılarda oluşan güven kaybıyla ülke ekonomisine arzu ettiğimiz sermaye girişini sağlayamadık. Dün tekrarlanan İstanbul seçimleriyle birlikte belirsizliklerden bir tanesi geride kaldı. Piyasalar için avantaj.  

Diğer avantajımız ise, dünyada hem faiz hem de enflasyonun çok düşük olduğu bir dönemdeyiz. FED ve Avrupa Merkez Bankası’ndan gelen son adımlar, yeniden ucuz fonlama dönemine girdiğimizi net şekilde gösteriyor. Düşük faiz ortamı da en azından 1-2 yıl devam edecek gibi gözükmekte. Çünkü bu ekonomiler enflasyon yaratamıyorlar. Para politikası da olası bir yavaşlama sürecine hazırlıklı olmak durumunda. ABD ekonomisi, tarihinin neredeyse en uzun (120 ay) kesintisiz genişleme sürecinden geçmekte buna rağmen enflasyon hedefini yakalayamıyor. Ticaret savaşlarının gündemde uzun kalacağı varsayımı ile, global ticarette ve büyümede daha belirgin bir yavaşlama kaçınılmaz gözüküyor. Düşük faiz ortamının sürmesi, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler için ucuz fonlamanın devamı anlamına geliyor. Doğru değerlendirebilirsek çok destekleyici.  

Bu ortamda yatırımcı güvenini sağlayan gelişmekte olan ülkelerde, kim yüksek ve sağlam büyüyorsa,  ya da yüksek getirisi varsa, o para çekecektir. 

İktisadi sorunlarımızı çözebilmek için büyük bir fırsat penceresi açılmıştır. Rehavete kapılmadan doğru adımları atıp, tekrar yatırımcı güvenini inşa etmeliyiz. Son dönemde bu tarz fırsatları doğru kullanamadık maalesef. İlk aşamada, TCMB Temmuz toplantısını izleyeceğiz. Enflasyon düşüş trendinde, TL de sakin kalırsa, piyasa en azından 100 baz puanlık bir indirimin 25 Temmuz PPK toplantısında geleceği konusunda mutabık. Yılın tamamı için de 300-400 baz puanlık indirim fiyatlanıyor. Burada TL’ye ilişkin en büyük risk S400 ve olası yaptırımlardır. Bir şekilde o süreci aşarsak, bizde de faiz indirim süreci başlar. O noktada faiz indirimlerinde agresif olmaktan kaçınarak, sakin ve kademeli indirim yolunu tercih etmeliyiz. Tek hane enflasyon olası ama geçici gözükmekte. Global tarafın sunduğu düşük fonlama döneminin bizi rehavete düşürmesine izin vermeden disiplinli şekilde enflasyonu düşürmeliyiz. Bu da yetmez. Piyasadaki en birinci konu bütçe. 12 aylık kümüle bütçe açığımız 118 mlr TL (GSYH %3). Yıl sonu resmi projeksiyonu 81 mlr TL. Bu hedefi var olan gidişatla yakalamamız oldukça zor. Bütçe tarafında nasıl bir önlem geleceği piyasa için önemli. Bu taraftaki bozulmayı düzeltmeden de yatırımcı güveni sağlamamız çok zor. İnşa ettiğimiz politikaların tamamlayıcı, eşgüdümlü ve tutarlı olması çok kritik.

Diğer konu ise, bozulan bilançoların bankalara yükü. Gayrımenkul ve enerji tarafında bahsi geçen fonlarda bir ilerleme yok. Bilanço tarafını düzeltmek için doğru teknik adımları atmak için de kaynak ihtiyacı var. Bunu sağlayamadığımız takdirde orta vadede arzu ettiğimiz büyüme koşullarını yakalamamız zor gibi. Diğer taraftan da, kamu bankaları aracılığıyla kredileri desteklemek için ara adımlar gelmekte. 2017 yılından öğrenmemiz gereken en önemli sonuç, kredi artışını suni şekilde yüklü desteklediğimizde, bir dönem sonra çok daha hızlı kredi yavaşlaması görmemizdir. Gerçek anlamda dengelenme istiyorsak, bu tarz ara dönem kredi destekleri bizi arzu ettiğimiz noktaya götürmeyebilir.

Özetle enflasyon düşüyor, global taraf iyi, cari açık sıfıra yaklaşacak, seçim belirsizliği de geride kaldı. Bu olumlu gelişmeleri fırsata dönüştürüp, en azından yukarıda bahsi geçen üç makro konuyu halletmeliyiz. Ancak o zaman faizin kalıcı olarak düştüğünü görebiliriz.