Dün, Dolmabahçe Çalışma Ofisi’nde Sayın Bakan Albayrak’ın 2019 yılı değerlendirmelerini dinledik. Üç saate yakın süren toplantı daha çok soru cevap şeklinde gerçekleşti.
Peki 2019’u geride bırakırken 2020’ye girerken otoriteler neler düşünüyor ve piyasa yaklaşımı ekonomik gidişat nasıl?
Yıla yoğun bir İran-ABD gerilimi ile başlayıp bunu çok hızla atlattık ve Ocak ayını gelişen ülke piyasaları açısından, tıpkı önceki Ocak ayları gibi, oldukça iyi geçiriyoruz. 2020’nin özellikle ilk yarısında destekleyici global ortamın devamı olası.
Peki Türkiye iktisadi olarak nerede. Zor bir 2018 ve 2019 geçirdik. Bu iki yılın ardından makro göstergelerin temel gidişatını anlamamız vakit almakta çünkü her kriz yaşayan ülke gibi, krizi takiben iki yıl düzeltme yılı olarak geçer. Dolayısıyla ekonomik temellerin gerçek gidişatını anlamamız ancak 2020 ikinci yarıda gerçekleşecek.
Enflasyonu kalıcı tek haneye düşürebiliyor muyuz, büyüme dinamikleri yatırım ve tüketimin gerçek seyri nasıl, cari açık sorunumuz yeniden mi gündemde, bunların cevapları vakit alacaktır.
Enflasyon ve tek hane konusu. Türkiye ekonomisinin, kurumların politika yapma kabiliyeti ve yönetişimi dışarıda bırakırsak, temelde iki sorunu vardır. Enflasyon ve büyüme modeli. İlk aşamada da enflasyon. Çünkü fiyat istikrarını sağlamadan büyüme tarafında sürdürülebilir bir aşamaya geçemeyiz.
Türkiye’de enflasyonu yüksek tutan üç temel faktör var;
- Gıda fiyatları
- Atalet, geriye dönük fiyatlama ve bunun hizmet fiyatlarına yansıması
- Kur geçişkenliği
Dünkü toplantıdan anlıyoruz ki, öncelikli olarak gıda fiyatları konusunda adımlar atılacak. Sıklıkla gıda fiyatlarında spekülasyon olduğunun, regüle edilmesi gerektiğinin altı çizildi. Bu anlamda SERA AŞ, sözleşmeli tarım gibi 2020’de daha da sık duyacağımız çalışmalar var. Öte yandan gıda ihracatı tarafında da, içeride arzı artırıp fiyatı düşürmeye yönelik bir takım adımlar atmaya çalışıyoruz. Dolayısıyla enflasyonla mücadelede, otoriteler tarafında, gıda fiyatları ile mücadele öne çıkıyor.
Enflasyonla mücadele konusunun kapsamı ise daha geniş olmalı. Çünkü asıl problemimiz enflasyon beklentilerini yönetememe ve geriye dönük fiyatlama davranışıdır. Bunun da yolu para politikasında faiz aracını etkin ve doğru kullanarak olur. Reel faiz konusu çokça gündemde. Temel olarak reel faizin mantığı şudur. Ekonomide hem büyüme hem kafi miktarda enflasyon sağlayan bir nötr faiz vardır. Gerçekleşen enflasyon, hedefinizden yüksek ise, nötr faizden daha yüksek reel faiz sunmanız gerekir. Ki hiç bir zaman tutturamadığımız enflasyon hedefi %5’tir Türkiye’de. Neden hiç bir zaman tutturamıyor Türkiye bu hedefi? Çünkü son 10 yılda sıklıkla negatif reel faiz veren bir ekonomiyiz. Doğru, Türkiye negatif reel faizle ilk defa tanışmamıştır ve tam da bu yüzden Türkiye yıllardır enflasyonu kontrol edememektedir.
Gıda fiyatları ile mücadele gerekli ve çok kritik; lakin burada da müdahale ile doğru regülasyonları karıştırmamanın faydası olacaktır.
Büyümeye gelirsek. İçinde bulunduğumuz süreçte, yüksek kredi artışı ile yüksek büyüme elde etme çabamız rakamlarda nettir. Türkiye 2007 yılında Kredi Garanti Fonu sayesinde %7 büyümüştür. Ardından 2018’i yaşadık. Yüksek kredi etkisi vermek (credit impulse) bir dönem sonra banka bilançolarının sıkışması ve düşük kredi büyümesi ve düşük büyüme ile sonuçlanır. Son dönemde de tüketici kredilerinde şiddetli hızlanma olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla istiyoruz ki hem çok kredi artışı olsun, hem faiz çok hızlı düşsün - enflasyon henüz yeterince düşmeden - hem de enflasyonla mücadele edelim. Ve tüm bu büyüme arzusunda cari açıkı kontrol edelim. Rakamlar ne diyor? Son 3 aydır ekonomi tüketimle yeniden büyümeye başladığı için hemen çift hane ithalat artışı görmeye başladık. Alt kalemlerine bakıyoruz, tüketim malı ithalatı artışı yoğun. Cari fazla vermemizin sebebi ithal etmeyişimizdi. Yeniden tüketimle büyümeye başladığımız için ithalata da yüklenmeye başladık. Büyüme modelimiz tam da bu çünkü. Krediler bu hızda devam ederse, cari açığı da yeniden 2020 ikinci yarıda konuşmaya başlarız.
Krediler konusunda piyasayı ilgilendiren diğer önemli konu, 2020 özellikle zorunlu karşılık ve bir dizi kararların ardı sıra alındığı, sıklıkla da değiştiği bir yıl olacak gibi. Çok fazla müdahale ettiğinizde ince ayar yapma ihtiyacı da kaçınılmaz olmakta. Burada en önemli risk orta vadede manevra alanımızın daralmasıdır.
İşin özeti, 2020 yılında global taraf destekleyici, düşük faiz ortamı var. Türkiye’de bu süreçte faizi düşürebildiği yere kadar düşürecektir. Kısa vadede gıda tarafında atacağımız adımlarla enflasyonu tek hanede de görebiliriz, %5 büyümeyi de tutturabiliriz. Fakat ondan sonrasında bu durumu ne kadar sürdürebileceğimiz soru işareti.
Piyasaya gelince.. Piyasalar doğası gereği miyoptur, para kazanma peşindedirler. 2018 sonrasında düzeltme içinde olduğumuz için, dış finansman tarafında da şuanda bir fonlama problemimiz yok. Çünkü zaten 2018’de bunu yaşadık. Son 5 yıldır, dünyadaki emsallerimizden ayrışan bir faiz, hisse senedi ve para birimimiz vardı – 2018 krizini fiyatlayan. Şimdi ise, jeopolitik riskleri dışarıda bırakırsak, piyasada kısa vadede ekonomi kaynaklı herhangi bir tedirgin bakış açısı yok, sakinleme var, ama eskisi gibi bir yabancı yatırımcı ilgisi olduğunu söylemek de zor. Dolayısıyla yukarıda sıraladığımız orta vadeli iktisadi kaygılarımızın, kısa vadeli piyasa fiyatlamalarına yansımasını da beklememek lazım.