Advertisement

Hatırlamak gerekirse içinde bulunduğumuz Covid sürecine Türkiye üç ana kalemde emsallerine kıyasla bir miktar zayıf girmişti. Bunlar yüksek enflasyon, artış trendindeki dolarizasyon ve elbette emsallerimize kıyasla zayıf olan TCMB döviz rezervlerinin milli gelir içindeki payı idi (%11 seviyesinde).

Bu üç alan da, tüm dünya faiz indirim süreci ve parasal genişlemeye girmişken elimizi kısıtlayan faktörler oldu. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi ve son dönem özellikle bankacılık ve dövize dair adımlarımızı tartışırken konuya 5-6 yıldır neler yaptığımıza/yapmadığımıza bakarak analiz etmemizde fayda var.

Rakamsal olarak bakarsak örneğin enflasyon; emsallerimizde enflasyon oranı %3-4’ler seviyesindeyken bizde düşük çift haneler sürmekte. Enflasyonu henüz tek haneye düşüremediğimiz gibi kısa vadede yeni riskler gündemde. Rezervler dersek, zamanında rezervleri güçlendiremedik son dönemde de attığımız adımlarda ve piyasalara verilen mesajlarda şeffaflık kaybı var. Rezerv konusu bir türlü gündemden düşmüyor. Enflasyonu düşürmeden faizi hızlı indirdiğimiz ve bu hatayı sürekli tekrarladığımız için de, 2003 sonrasında çok başarılı olduğumuz dolarizasyonu düşürme sürecimiz de son yıllarda tersine dönmüş durumda.

Makro açıdan bizi ilerleyen günlerde daha da meşgul etme potansiyeli olan iki konu var; yükselen cari açık ve ciddiye almamız gereken enflasyon. Özellikle enflasyona dair konumuz sadece kur geçişkenliği ya da maliyet kaynaklı arz yanlı sıkıntılar değil. Resmin bütününe bakarsak, çok hızlı artan tüketici kredileri ve kredi kartı harcamaları gibi rakamlar ilerleyen vadede hem atalet sorunumuzun (geriye dönük fiyatlama) hem de talep kaynaklı enflasyonun bizi çokça meşgul edebileceğine işaret ediyor. Cari açığa bakarsak; hem ihracat performansındaki zayıflama hem turizm gelirimizin bu yıl olmayışı bizi yılbaşında yaptığımız hesaptan daha zayıf bir noktaya götürmekte. Her ne kadar Haziran ayı TİM ihracatımız beklediğimizden iyi bir ihracat performansı çizse de. Döviz ihtiyacımız net.

Geçtiğimiz hafta gelen Mayıs ayı ödemeler dengesi raporu ve dış finansman rakamları yılın ilk 5 ayında yeterli dövizi bulamadığımızı ve bunu TCMB rezervlerinden karşıladığımızı göstermekte.

Hangi kalemler bizi zorluyor? Öncelikle portföy akımlarında Türkiye'den net döviz çıkışı mevcut. Yılbaşından bugüne 11-12mlr usd civarında. Bankalar dahil özel sektörün orta-uzun vadeli dış borç çevirme oranı da yine yılbaşından bu yana %75 civarında. Net dış borç ödeyiciyiz. Yani dışarıya her ödediğimiz 100 birim dış borç için ancak 75 birim döviz girişi sağlıyoruz. Bu durum, dövize olan talebimiz sürerken gerçekleşmekte. Böyle bir ihtiyacımız olmasa, nette dış borç ödeyici olmak olumlu olurdu elbette. Dış borç çevirme oranları belki bir miktar daha yükselebilir fakat bu da artan risk primimiz çerçevesinde bir maliyet meselesi.

Ülke risk primimiz olan CDS tarafına bakarsak; emsallerimiz olan gelişmekte olan ülkelerden daha yüksek bir CDS’imiz var. Gelişmekte olan ülke CDS’leri ortalama 150-200 baz puan iken biz 500 baz puanın üzerindeyiz. Daha da önemlisi o kümeden de son 1 aydır olumsuz yönde ayrışıyoruz. Ülke risk primi yükseliyor. Bu gösterge de keza ülke dış borçlanmasındaki maliyet artışını göstermekte.

Her ne kadar açıklanan veriler döviz ihtiyacımızı ve erişimdeki zorlanmayı net ortaya koysa da, TL’nin belli dönemler pek de hareket etmediğine yani döviz talebini yansıtmadığına şahit oluyoruz. Kamu bankalarımızın döviz açık pozisyonuna baktığımızda da son dönemde 10mlr usd gibi oldukça yüksek bir rakamdayız. Özetle; TL’deki harekete de bakarsak çok değer kaybı istemediğimiz ve bunu kontrol etmeye çalıştığımız net. Fakat buna ek olarak enflasyon da istemiyoruz, dolarizasyon da istemiyoruz, enflasyon yüksek olsa bile faiz de düşük kalsın kredilerde çok fazla artsın ki büyüyelim istiyoruz. Bunları kısa vadelerde aynı anda yapabiliriz. Ki zor olsa dahi yapıyoruz da şu an. Fakat uzun vadelerde bu dengeyi sürdürmek oldukça zor. Her seferinde o kontrol mekanizmasını çalıştırabilmek için ince ayarın ötesinde ve daha sık müdahaleler kaçınılmaz olabilir. Faiz tarafını enflasyonun çok fazla altına getirdiğimiz ve kredilere de çok yoğun destek verdiğimiz için bir dönem sonra artan harcamalar, otomobil ev fiyatları ve genele yayılan bir enflasyondan kaçmamız çok zor olur. Ekonomiyi birkaç ay belki bu yıl bu şekilde canlandırabiliriz ama bunu yaparken de var olan TL tasarrufları “olması gereken faizden düşük faiz” sunduğumuz için ya dövize kaçırırız ya da haddinden fazla harcamaya kaydırır yine enflasyon yaratırız.

Örneğin Türkiye’de toplam krediler 3.3trl TL ise (YP-döviz krediler de dahil). Bunun 2.2trl TL’si lokal para birimi yani TL cinsinden. Yılbaşından bu yana da toplam TL krediler 630mlr try artmış durumda. Bu rakamın 200 mlr try’si tüketici kredileri+kredi kartlarından geliyor. Oldukça güçlü bir genişlemeden bahsediyoruz.

Son olarak da geçtiğimiz hafta sonu TCMB tarafında, yabancı para munzam karşılıklarda bir adım gördük. Daha önce Mart döneminde global tarafta önemli dolar sıkışıklığı varken reel kredi büyüme koşullarını sağlayan bankalar için yabancı para zorunlu karşılık oranları 5 puan indirilmiş, ve belli kredi büyüme kriterlerini sağlayan bankalar için toplamda piyasaya 14.3mlr usd dolar likiditesi sağlanmıştı. Şimdi bu süreç tersine çevrilerek verilen o paranın en azından 9.2mlr usd’lik kısmı yabancı para munzam artışı kararı ile geri çekilecek.

Peki bankalarımız ekstradan bu rakamı merkez bankasına koymak için hangi yöntemi tercih edecekler? Rezervler nasıl olacak?

Sormamız gereken sorular sanırım bunların ötesinde..

Elbette bankalarımızın döviz tutma maliyeti artacağı için DTH faizinde aşağı yönlü baskı görebiliriz. Yine hatırlamamızda fayda var, dolarizasyonun sebebi elde edilen faiz getirisi ile çok yakından ilişkili değil. Temel sebep yüksek enflasyondan korunma tercihi. Öte yandan bankalarımızın ROM tarafında 5mlr usd’ye yakın paraları mevcut bunu kaydırabilirler. Zaten ROM’da muhtemelen gündemden kalkacak yakında. Ya da TCMB ile yapılan swaptan kaydırabilirler ama orada da Aktif Rasyosu var, nasıl olacak? Gibi pek çok soru.

Aslında, tüm bu resme ve piyasada gerçekleşen rakamlara baktığımızda, yukarıdaki olası opsiyonların ötesinde; bankalarımızın yurtdışından borçlanarak gereken dövizi sağlamaları tercih ediliyor olabilir. O da döviz ihtiyacımızdan kaynaklanıyor. Enflasyonu düşürsek aslında, bu yükler de azalır.