Advertisement

İyi ve etkin işleyen iktisat politikalarının temel özelliği öngörülebilir ve sürdürülebilir olmalarıdır. Burada etkinden kasıt da, amaca götüren yol şeklinde yorumlanabilir. Örneğin dizayn ettiğiniz politika etkinse enflasyon düşer, yada ödemeler dengesinde sorun yaşasanız dahi kuru etkili şekilde kontrol etme kapasiteniz artar. Ya da Çin gibi bir ekonomiyseniz, dizayn ettiğiniz politikanın etkin olabilmesi demek, amaçlanan büyüme patikasına ülke ekonomisinin oturması anlamına gelir.

Piyasa bazen politika yapıcılarla aynı sayfada olmaz. Bu kimi zaman politika dizaynındaki hatadan ama kimi zaman da piyasanın ekonomik gidişatı anlama hatasından kaynaklanabilir. Böyle bir durumda kısa vadede piyasa yanıldığını görür. Yok eğer politika dizaynında uzun süreli bir hata varsa da, iktisadi hedeflerden uzaklaşıldığını gören politika otoritesi durumu düzeltmelidir.

Buna en yakın gelecekteki örnek 2020 başı FED aksiyonudur. Global tarafta pandeminin (henüz pandemi olarak dahi nitelendirilmemişken) hafiften belirginleşmesi ve FED’in yılın ilk çeyreğinde ara bir toplantı ile aniden faizleri aşağı çekmesini verebiliriz. O dönem piyasanın ağır bir eleştirisine ve durumun ehemmiyetinin anlaşılmamasına maruz kalan bir FED görmüştük. Oysa ki 2-3 hafta gibi kısa bir sürede FED’in ne kadar doğru ve hızlı bir karar aldığına piyasa şahit olmuştu.

Bizdeki iktisadi hedef de enflasyonu düşürmek gibi gözükse de daha çok büyümeyi desteklemek yönündedir. Eğer politika dizaynı gün sonunda sürdürülebilir br büyümeyi yakalıyor ve istihdam yaratıyorsa sorun yok. Fakat gün sonunda hem yükselen kur, hem istihdam kaybı, hem de bir türlü düşemeyen enflasyon ile karşı karşıyaysak ve bu son 5 yıldır tekrarlanmaktaysa bir sorun var demektir.

Her ne kadar yılbaşından bu yana ince ayar tuzağına düşerek, kısa vadeli kazanımlar için ani kararlarla ve regülasyonlarla ekonomiyi yönlendirmeye çalışsak da gün sonunda faizi artırmak durumunda kaldık. Hem döviz rezervi yönetimi politikasındaki aksaklıklar, hem kredi politikası dizaynında yaşadığımız ölçü problemi, hem de yüksek enflasyondan bağımsız bir faiz politikası oluşturma isteğimiz gün sonunda daha da değer kaybetmiş bir TL ve yine yükselen faizlerle ekonomiyi başbaşa bıraktı.

Özellike “normalleşme” çerçevesinde son dönemde attığımız adımlar son derece olumlu ve doğru idi. İçeriye çok az da olsa yavaş yavaş yabancı ilgisinin olmaya başladığını görüyorduk. Ticari kredi faizleri yükselmiş ama hızı düşmüştü. Bunlar hep son 3-4 haftalık gelişmeler. CDS 500’ün altına gelmiş, kurda güzel gevşemekteydi. Sıklıkla gördüğümüz en çok satılan para biriminden ziyade, yavaş yavaş güniçi iyi performans sergiliyorduk. Ve piyasa bu adımların TCMB’nin son bir hamlesi ile tamamlanacağını düşünüyordu. Zaten TCMB’nin piyasayı fonladığı rakam %12.75 (şuan %12.90) iken, politika faizinin de (çünkü temel politika aracınız o) yükselmesini beklerken, yine örtülü bir adım gördük. Net sade bir politika duruşuna ihtiyaç varken, şimdi her sabah piyasa açılışında acaba bugün TCMB ne yapacak beklentisi ile önünü göremeyen bir piyasa mevcut. Kredi faizlerinde yine yukarı yönlü baskı mevcut. Bunun yarattığı bir risk primi ve kur üzerinde baskı net. Haftaya başlarken görüyoruz. Elbette dış politikadaki gelişmelerin de etkisi mevcuttur.

Aslında attığımız adımlarda sormamız gereken soru şu. TL bu şekilde değer kaybederken, bankacılık sistemi kredi faizlerini daha düşükten fiyatlayabilir mi? Reel kesim bilançolarında yazacağımız kur zararı gün sonunda faiz gideri ile birleşip daha fazla tahribat yaratmayacak mı? Bizim amacımız faizi kalıcı olarak düşürmek değil mi? Eğer amacımız bu ise, ki sürdürülebilir büyüme için amaç bu olmalı o zaman bu attığımız adımlar ve yaratılan maliyet bize iktisadi olarak nasıl fayda sağlayacak? Bu şekilde faizi kalıcı düşürmemiz mümkün gözükmüyor. Tüm bu gerçekleşmeler, gün sonunda büyümeyi daha fazla baskılamayacak mı?