Son günlerde ülkemizde sıklıkla konuşulan ekonomik kalkınma modellerinden biri de Güney Kore’ye ait model.
Güney Kore, son 50 yıl içerisinde 10 bin dolar kişi başına milli gelir okulundan mezun olup gelişmiş ülke kategorisine atlayan, sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen ülkelerden biri.
Ben kısaca bu modelin ne olduğunu, nasıl hayata geçirildiğini, başlangıç şartlarını ve ekonominin bugününü inceleyeceğim. Daha sonra da acaba bu kıyafet bize uyar mı sorusuna cevap arayacağım.
Bu yazıyı bir araya getirirken, hem Doğu hem Batı kaynaklarından faydalanmaya çalıştım. Bu bakımdan, ortaya konan fikirlerin tek tarladan toplanmadığını bilmenizi isterim.
*
Güney Kore, 50’lerde kendi Kuzey’i ile çetin bir iç savaştan çıkmıştı. Bölgesinde müthiş bir komünist baskı vardı.
Ülkenin ‘yanlış tarafta yer almasını’ engellemek için ABD adına daha verimli bir toprak olamazmış sanırım.
50-60 arasında ABD’nin Kore’ye yardımları o kadar kuvvetli ki birkaç veriyi paylaşmam yerli yerinde olacak.
Bu yıllar arasında her ne kadar minik bir bütçeleri olsa da Kore’nin bütçe giderlerinin yaklaşık yarısı ABD tarafından hibe ediliyordu. Yardımlar o kadar uzun yıllar sürdü ki bütçenin Kore tarafından öz kaynaklarından finanse edilmesi yıllar aldı.
70’lere gelindiğinde ülkenin bütçesel anlamda kendine yeterlik oranı ancak %94 olabilmişti.
Japon kolonyalizmi, iç savaş derken Kore demokrasisi çok yorulmuştu. 60’taki tartışmalı seçimlerden sonra ülkenin zinde gücü yönetime el koyacak ortamı bulmuştu. Ardından 26 yıllık askeri yönetim geldi.
Bütçeyi finanse eden ABD için yeni yönetimin anti-komünist niteliği yeterliydi.
Ordu, disiplin demekti.
Kalkınmanın tek yolunun üretim ve ihracat olduğu kanaatine varıldı. Keza Kore kişi başı 155 dolarlık milli gelire sahip bir tarım toplumuydu.
Ancak henüz o yıllarda %95’lere varan temel eğitim ülkenin fevkalade bir değeri olarak anılmayı hak ediyor.
Konfüçyüsçü yetiştirilme tarzı, iradeye ve hiyerarşiye kolaylıkla boyun eğen kültürel yapı ve generallerin disiplinli planları ile bir ulus aynı yöne baktı.
Hedef basitti. 5 yıllık planlar çizilecekti. Tüm gelirler sınai kalkınma için seferber edilecek, insan emeği fabrikaları büyütmekte sermaye olacaktı. Üretimin odağı ihracattı. Kalburüstü bürokratik yapı ise doğru planlama ve regülasyonda kullanılacaktı.
*
Burada devreye yine ABD ve onun doğal bölgesel ortağı Japonya giriyor. Kore’nin ihracatının alıcıları çoğunlukla bu iki ülke olmuştur. Hazır Pazar gelişmek için yol gösterici olmuştur.
Elbette bu planları çizerken nasıl bir kurumsal yapıya güvenileceği ve kimlerin dış satımı yapacakları da düşünülmüştür.
Kolonyal dönem sonrasında benzer kalkınma yolları gösteren ancak bambaşka metotlar izleyen iki ülkeden biri olan Tayvan’da örneğin KOBİ’ler yerlilere aitken, büyük yapılar Japonların elindeydi.
Kore’de durum tam tersiydi. KOBİ’ler Japonların ancak büyük işletmeler Koreli büyük ailelerindi.
Chaebol denilen bu aileler bugün hala pek çoğumuzun bildiği sanayi devleridir aynı zamanda. Samsung, LG, Hyundai gibi.
Devlet bu ailelerin önünü açıyor, onlar bol teşvikle ve ucuz iş gücü ile ihracata yöneliyorlardı.
Bu yöntemle Kore 61-80 arasında yaklaşık 20 yıl boyunca ortalama %8,9 büyüdü.
Ta ki sistem artık başka bir şeye dönüşme ihtiyacı duyana kadar.
Bu kısım kalkınmanın ayrıntılarını barındırmadığı için hızlı şekilde ileri saracağım. Ancak bilinmeli ki arada bir demokratik düzene geçiş, 94 Asya Krizi, IMF yardımı ve bol de-regülasyonla piyasa ekonomisine geçiş dönemidir.
Kore modelinin başı ne kadar hızlı büyüme ve devlet eliyle kalkınma ise devamı bir o kadar serbest piyasa ve sürdürülebilir büyümedir. Kore modeli denen olgunun 60 yıla yayıldığını ve zaman içerisinde olgunlaştığını görmek gerekir.
Kurumların inşasından çok mikro yönetime dayanan, insanın omuzlarında yükselmiş bir modeldir. Bizzat Kore insanının doğasına uygun şekilde olduğunu düşünülerek tasarlanmıştır. ABD’nin başından sonuna gözetiminde mümkün kılınmıştır.
Devamlılığı ise demokratik değerlere bir yolculuk hikâyesidir. Ülkenin şartlarından ötürü aileler üstünden yürümüştür.
Bugün Kore 25 bin dolarlık kişi başı milli geliri ancak %100’e varan yüksek oranlarda hane halkı borçluluğu ile adeta hem gıpta edilecek noktadadır hem de 60 yıl önce köle gibi çalışan bireylerin bugün borçlanarak acısını çıkardıkları garip bir şekle bürümüştür.
Netflix’te inanılmaz ilgiye mahzar olan Squid Game de aslında borçlu insanların hayatlarını ve borçlarını ödeyebilmek için ölümü göze almalarını işlemektedir.
Çok soru geldiği için bu modelin Türkiye’ye uygulanabilirliği konusunda fikir beyan etmeye gayret edelim.
Görüldüğü üzere, kendine has bir tarihi kendine has şekilde yaşayıp bugüne gelen bir topluma ve onun ekonomisine dikkat kesilmiş oluyoruz aslında Kore’ye bakınca.
Doğal olarak kültürel şartlar, başlangıç koşulları, demokratik fazların farklılığı ve dönemsel etkiler gibi kıyaslanamaz ayrışmalar söz konusu.
‘A ülkesinin modelini alabilir miyiz’ demek sanki laboratuvar ortamında tarihi ve tarihsel bir toplumu canlandırıp farklı bir devam yolu yazabilir miyiz demek gibi geliyor bana.