Bu sıcaklarda süper zevkli hobilerim olmadığından mı, yoksa antropoloji, sosyoloji, çevre felaketleri ve gıda fiyatları hakkında okuduklarım bilinçaltımı tetiklediğinden mi bilmiyorum ama daha önce okuduğum kitapları farklı bir gözle tekrar okumaya başladım. Aklıma bir sürü farklı ama aslında birbirleriyle bağlantılı olan fikir geldi. Ardından, İngiltere Merkez Bankası Başkanı Andrew Bailey’nin 16 Mayıs’taki ses getiren konuşmasında yaptığı, gıda fiyatlarında artış konusundaki uyarısını okuduktan sonra şaşırma, hüzün ve kıskançlık gibi değişik duygular hissetmeye başladım. Öncelikle Sayın Bailey’i, müthiş tespiti ve öngörüsü için kutlarım. Gıda fiyatları tarihi rekorlar kırdıktan sonra uyarı yapabilmek tam da Sherlock Holmes’un memleketlisine yakışacak bir meziyet doğrusu! Peki, neden kıskançlıkla karışık bir hüzün hissine kapıldım?

İki yıldır sürekli olarak “Enflasyon, emtia fiyatları ve özellikle gıda fiyatları yükselebilir” diyoruz. Ne oldu peki? Kaç kişi hatırlıyor? Kaç kişi umursuyor? Yıllardır birçok önemli ekonomi ve piyasa trendini öngörmüş olduğumuzu kaç kişi biliyor veya dikkate alıyor? Tecrübeme dayanarak bildiğimi sandığım şey ise bunların sonuçları olmayan sadece teorik veya boş uğraşlar olmadığı. Binlerce şirket ve milyonlarca kişiyi doğrudan ilgilendiren analiz ve öngörüler bunlar. Durum böyleyken, yani bugünleri üç aşağı beş yukarı epey önceden görmüş ve defalarca uyarmış olmamıza rağmen, hala enflasyonu küçümseyenleri ve sanki Rusya-Ukrayna savaşı olmasaydı sorun olmayacaktı gibi davrananları görmek daha da acısı. Yaraya tuz basmak mı yoksa alkol dökmek mi daha çok can yakar?

Sebep Rusya-Ukrayna savaşı değildi ama bu savaş durumu daha da kötü hale getirdi. Philip K. Dick’in dediği gibi: “Gerçek, onu yok saydığınızda yok olmayan şeydir.” Biz de pek farkında olmak istemiyoruz sanırım ama gıda güvenliği daha uzun süre gündemimizde olmaya devam edecek ve hatta daha yüksek gıda fiyatları da bizce yolda. FAO’nun da gıda fiyatlarının artmasını beklediğini okudum.

Kitap satın alanların sadece yüzde 10-20’si kitabı bitiriyor diye bir istatistik okumuştum. Bizim yazılar için oran daha yüksektir diye ümit ediyorum ama fazla da riske girmeyelim ve yazıyı tıpkı “hap” gibi tutalım. “Mavi mi, kırmızı mı?” diye sormayın.

Neden fiyatlar daha da yükselecek gibi duruyor?

  1. Ukrayna'dan arz sıkıntısı. Değişik tahminlere göre Ukrayna’da ekinlerin yüzde 30 civarı ekilemedi. Dünyanın en verimli kara toprağının yaklaşık dörtte biri Ukrayna. Örneğin küresel ayçiçek yağının yarıdan fazlası Ukrayna’da üretiliyor.
  2. Teknolojik devrim, sonsuz ve sınırsız bolluk gibi müthiş fantastik ve bombastik hayallerle satılırken gerçekler biraz farklı. Yenilenebilir enerji trendine rağmen Almanya Çevre Ajansı (Umweltbundesamt – UBA) 2021 verilerine Almanya gibi ülkelerde dahi enerji tüketimi hala yüzde 80’in üzerinde fosil kaynaklı. Küresel çapta gıda üretimi ise son derece enerji odaklı ve maliyetlerin üçte biri enerji kaynaklı.
  3. Tüm ESG imaj çalışmalarına rağmen gerçek hayatta değişen pek bir şey yok ve birçok uzmana göre muhtemelen ok yaydan çıktı. Yarattığımız çevre felaketleri neticesinde ekstrem ve anormal hava durumu arz tarafında kalıcı sorun ve riskler oluşturacak.

  4. Endonezya ve Hindistan örneklerinde gördüğümüz gibi gıda ihracatı kısıtlamaları muhtemelen artacak. Hatta şu anda küresel gıda ihracatının yüzde 15'ini geçtiği tahmin ediliyor.

  5. Artan gıda fiyatlarıyla beraber yükselen gübre fiyatları çiftçilerin daha az ve/veya pahalı gübre bulabilmesi ve kullanması anlamına gelebilir. Bu da arz tarafını daha da sınırlayabilir ve artan fiyat-azalan arz dinamiğinde yeni fasit dairelere sebep olabilir.

Peki “Beni ırgalamaz, bırakın pasta yesinler” gibi şeyler diyerek bencilce davranmadığınızı varsayarak yine bir hap şeklinde, hatta mümkünse tek kelime ile bütün bunların sonucunu merak ediyorsanız ‘‘stagflasyon’’ derim. Bu özellikle gelişmekte olan ülkeler için çok önemli ve hassas bir sorun ama gelişmiş ülkeleri, özellikle de Avrupa’yı da yakından ilgilendiriyor.

Soru: Perulu bir köylü çiftçi ile Harvard veya Yale gibi üniversitelerin devasa fonlarını yöneten fon yöneticileri arasındaki fark nedir?

Cevap: Perulu köylü çiftçi risk ve getiri arasındaki ilişkiyi anlar ve sağlam yatırım hedefleri vardır.

“The Invisible Hands: Hedge Funds Off the Record - Rethinking Real Money” isimli kitabın 2010 baskısı için önsözüne böyle başlar Jared Diamond. “Guns, Germs and Steel” gibi önemli kitapların yazarı olan profesörün bu benzetmeyi espri olsun diye yapmadığını düşünüyorum. 2008 krizinde bu güzide ve sözde çok başarılı fon yöneticileri ve müşterileri büyük paralar kaybetti. Bu arada kitabın “vergi ödeyenlere” ithaf edilmiş olması da bence çok önemli bir ayrıntı.

Fon yöneticileri ile mülakatlardan oluşan bu kitaba niye antropoloji, biyoloji ve ekoloji gibi konularda araştırma yapan bir coğrafya profesörü önsöz yazar? Fon yöneticilerinin işi sadece sayılar, istatistikler veya somut olgularla değil mi? Hayır, aslında değil. Daha doğrusu vasatı aşmak isteyen ama vasatlığın gazabının yaratacağı kariyer risklerini alabilenler için değil. Ünlü fon yöneticisi Peter Lynch’in dediği gibi “Yatırım işi sayılardan ibaret olsaydı, matematikçi ve muhasebeciler dünyanın en zengin insanları olurlardı.”

2012 yılında meşhur yatırımcı Jim Rogers, “Tarımsal gıda fiyatları çok artacak, ileride çiftçiler Lamborghini kullanacak” dediğinde kendisiyle alay edilmişti. Jim Rogers gibi yatırımcılar ileride veya uzun vade derken bizde anlaşıldığı gibi yarını, hatta ikinci seans açılışını kast etmez. Dolayısıyla ortada alay edilecek bir şey yok, hatta geldiğimiz yere bakınca zaten neyin ne olduğu ortada. Yine de Rogers’ın kehanetinde bir mantık hatası var gibi. Yani çiftçilerin en zengin kişiler olduğu bir dünya ortamında enerji fiyatları ne olur ve kaç araba üreticisi, hatta hangi sanayi şirketi ayakta kalabilir? Belki de şöyle demesi gerekirdi: “İleride tarım ile uğraşan gerçek zenginlerin hepsinin kendi at arabası bile olacak.”

Advertisement