Advertisement

Anavatan Partisi'nin iktidarda olduğu yıllarda, ekonomistler olarak en sıkıntı çektiğimiz konu 'Türkiye'nin büyümesi için enflasyona katlanmak zorundayız paradigmasıydı. 2009 yılında küresel kriz Türk ekonomisini ciddi ölçülerde etkilediğinde, yıl sonunda yüzde 6.5'i gören yıllıklandırılmış manşet enflasyon, 2010 yılında yüzde 9.2'lik büyüme ile ciddi bir büyüme sıçramasına imza atıldığında da yine yıl sonunda yüzde 6.5'de kaldı. Dolayısıyla, Türk iş dünyasında ve bir dönem siyaset dünyasında en çabuk kabul gören paradigmanın artık geride bırakılması gereken bir dönemdeyiz. Türkiye, söz konusu 'tartışmalı paradigmayı kırmak adına, kendi değerlendirmem açısından vaktinden önce geçilmiş olsa da, para politikası modellemesinde 'enflasyon hedeflemesi'ni öne çıkardı. 'Türkiye'nin büyümesi için enflasyona göz yummak gerekiyor görüşü yerine, 'Türkiye'nin büyümesi için, enflasyonun yüzde 4 ve altında 'sürdürülebilir düzeye indirilmesi gerekiyor görüşünün artık daha fazla kabul gördüğü bir sürecin içindeyiz. Ama, Merkez Bankamıza bu noktada, kamu ve özel sektör olarak ne ölçüde yardımcı oluyoruz, bu konu tartışılır.

TÜRKİYE ÖZEL SEKTÖR AĞIRLIKLI BÜYÜMELİ
Madem ki, gerek Başbakan Erdoğan, gerekse de Ekonomi Yönetimi, son küresel krizde, Türk ekonomisinin birçok ekonomik parametre açısından ayrıştığına işaret ediyor, ki biz de bu görüşe tümüyle katılıyoruz, o halde 2012 yılında kamu sektörünün büyümedeki rolünün göreceli olarak artması, bu tabloya, bu başarı tablosuna çok uyan bir detay olmasa gerek. Türk ekonomisi, artık tartışmasız, özel sektör yatırım harcamaları ile sürdürülebilir düzeyde, yani yüksek miktarda hanehalkı borçlanmasına dayalı olmayan bir özel kesim tüketim harcamasıyla büyümesi gereken bir ekonomi.
Bu nedenle, içsel ve dışsal ekonomik faktörlerle, eğer 2011 yılında hem cari açıkta, hem de enflasyonda önlem alınması gereken bir sapma yaşandı ise, bu sapmadan, sürdürülebilir düzeye dönmek adına 'yumuşak iniş' süreci uygulandı ise, Türk ekonomisi yüzde 3 civarında büyüyor diye, karalar bağlamamamız gerekiyor. Özel sektör yatırım harcamaları, 'yumuşak iniş' tedbirleri nedeniyle değil, orta vadede iç piyasa ve ihracat siparişleriyle ilgili artan belirsizlik nedeniyle yavaşlar.

KAMU VE ÖZEL KESİM ENFLASYONA KATKI SAĞLAMAMALI
Bu nedenle, ülkenin içeride ve dışarıda ekonomi-politik gündemine bakıp, özel sektörü iç talep ve dış talep açısından endişelendirebilecek hususlara yoğunlaşmalıyız. TOBB'un, MÜSİAD'ın, TÜSİAD'ın, TUSKON'un, İTO'nun, İSO'nun, TCMB'nin, TÜİK'in iş dünyasına yönelik, sanayi ve ticaret kesimine yönelik, tüketicilere yönelik anketlerinde bir sıkıntılı tablo var ise, bu sıkıntılı tablonun  yumuşatılmasına yönelik tedbirler, hiç şüphesiz özel sektör ve özel kesim ağırlıklı büyümenin de önünü açacaktır. Aksi durumda, kamu harcamaları ile büyüme, sadece uluslararası kredibilitemizde önemli rol oynayan mali disiplin görüntümüzü zora sokar. Bugün, TCMB'nin Para Politikası Kurulu toplantısından çıkacak karar merakla bekleniyor. Siz bu satırları okurken, belki de açıklanmış olacak. Karar eğer Türk ekonomisinin dengeleri açısından etkili olacak ise önce kamu ve özel sektörün enflasyonist alışkanlıklarını terk etmesi gerekiyor. Başta eğitim, özel sektörün ölçüsüz hizmet sektörü enflasyon katılığı ve sıkıştıkça vergi ayarlamaları ile Türkiye enflasyonda 'sürdürülebilir düzeye' yaklaşamaz.