Advertisement

2009 krizinin sorunları tam olarak çözülmeden, dertler bitti diye sevinenler vardı. Ancak, Borsalar ve emtia piyasaları yine hareketlendi. Haberlere göre, hedge fonlar bile portföylerindeki hisseleri elden çıkarma çabası içerisine girmişler. Bu gelişmelerin arkasında dünyadaki büyüme beklentilerinde resesyona (küçülme) dönüşmesi olasılığının öne çıkması var. Küçülen ekonomide faaliyet gösteren şirketlerin gelirleri azalacağından, daha az emptia ithal veya ihraç edilebileceği için hisse senedi ve emptia fiyatları düşüyor.

Beklentileri daha iyi anlayabilmek için sadece haberlere bakmak yeterli. Önce İrlanda ile başladı. Ardından Yunanistan, Portekiz, İtalya, İspanya’ya oradan borç limiti ve diğer nedenlerle Amerika’ya sıçradı. Bu arada Japonya’da yaşanan doğal felaket, büyüme beklentilerine tuz biber ekti. Şimdi de Çin’in ne kadar yavaşlayacağı tartışılıyor. Yanı sıra Almanya, İngiltere ve Fransa’daki son büyüme de sıfır veya sıfıra yakın düzeylerde çıktı.

Dünyada ekonomik aktivitenin bu derece ivme kaybetmesinin temel nedeni tüketicilerin artık ekonomik politikalara olan inançlarının sarsılması. Önce fiskal canlandırma önlemleri denendi, olmadı. Yanına para politikası genişlemeleri eklendi, yine yetmedi. Hepsi kamu dengelerinin bozulmasına yol açtı. Gelinen aşamada maliye politikalarının da gücü tükendi. Kısacası politikacıların elinde kullanılabilecek politika aracı pek kalmadı. Artık dışarıda işlerin pek iyi gitmediği genel kabul görüyor. Tartışma, şimdilik, büyük ekonomiler durağanlaşacak mı, küçülecek mi ekseninde devam ediyor. Küçülecek diyenler çoğunlukta.

ARTIK SİYASET DEĞİL EKONOMİ KONUŞULMALI
Türkiye, dünya ekonomisindeki bu karışıklığa, ne yazık ki, yüksek cari açıkla yakalandı. Şimdi karar alıcıların önünde iki seçnek var: Birincisi; “Dünyada resesyon var, biz de dikkatli bir küçülme dönemine girelim, cari açık azalsın.” İkincisi; “Olmaz. Önümüzdeki yıl, yeni anayasa referanduma sunulabilir. Ekonomik daralma siyasi olarak negatif etki yapabilir.” Önce ilkine bakalım. Citibank’ın bölge Başekonomisti İlker Domaç yeni bir çalışma yayımladı. Cari açıkla reel kur, petrol ve iç tüketim arasındaki ilişkileri araştırmış. Cari açığı en fazla etkileyen iç tüketim, dolayısıyla ekonomik büyüme. Reel kurdaki yüzde 1’lik değişim, cari açık / GSYH oranında sadece yüzde 0.08 lik bir değişime karşılık geliyor. Ancak, büyüme oranındaki yüzde 1’lik değişim bu orana yüzde 0.23’lük etki yapıyor. Hemen hemen öncekinin üç katı büyüklükte.
Modellemeyi ve rakamları tartışabilirsiniz. Ama sonuç, ekonomide bugüne kadar yaşananlara çok yakın. Bu bağlamda cari açığı finanse edilebilir makul seviyelere çekebilmek için, büyümeden epeyi fedakârlık yapmak gerektiğini kabul etmekte yarar var. Veya tersini düşünelim. Avrupa ve diğer dünya ekonomileri bu kadar küçülürken, dışarıya ihracat yaparak büyümek zor. Peki, yüksek cari açık vermeden, Türkiye iç tüketimle ne kadar büyüyebilir? Bu sorunun cevabı bulunmadan, konjonktürün elverdiğinden yüksek büyüme hedefleri koymak çok afaki kalabilir. Çünkü, dışarısı kadar olmasa bile, bizde de büyüme dostu para ve maliye politikalarının sınırları var. Para politikasının büyüme dostu olabilmesi için, şirketlerin ve hanehalkının yeniden borçlanarak yatırım ve tüketime yönelmeleri gerekiyor. Ancak bu seçeneğin sıkıntıları çok.
Bütçeye gelince. Borç oranlarının geldiği yer itibarıyla, az da olsa, bir manevra alanı var. Ancak gelirlerin ekonomik büyümeye bağlı olması, faiz dışı harcamalarda elastikiyet olmaması nedeniyle, şartlar çok fazla cesaret verici değil. Dolayısıyla, bütçe bir yandan krizin etkilerini gidermek diğer taraftan da siyasi amaçlara destek olmak gibi iki yükü birden kaldırmakta zorlanabilir. Öncelik ekonominin olmalı.