Advertisement

Koronavirüs salgınıyla birlikte tarım ve gıda sektörünün stratejik önemi sanırız bir kez daha net biçimde anlaşıldı.

Sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında insanlar salgın ve karantina haberleri nedeniyle temel gıda ihtiyaçlarını karşılamak üzere önce marketlere hücum etti.

Tüketici davranışlarına baktığımızda insanlarda kendisini ve ailesini koruma içgüdüsüyle “aç kalma korkusu” ve yeterli beslenememe kaygısı” ağır bastı.

İnsanoğlunun tarım yapmaya başladığı ve yerleşik hayata geçmesiyle birlikte 12 bin yıl önce tanıştığı “depolama/stoklama” içgüdüsü yeniden canlandı.

Dolayısıyla koronavirüs salgını, tarıma dair çıkarılacak dersleri ve yapılacak ev ödevlerini bizlere yeniden hatırlattı.

Mesela…

Tarımda kendi kendine yeterlilik” ile “yerli ve milli üretim” kavramları daha da anlam kazandı.

Palyatif çözüm ve yaklaşımlarla günü kurtarmanın, bugünden öteye bir anlam ifade etmediği kanıtlandı.

Sürdürülebilir şekilde gıda güvenliğini sağlamak açısından, orta ve uzun vadeli tarım politikalarının gerekliliği daha net şekilde ortaya çıktı.

Hem arz-talep-fiyat istikrarı açısından hem de maliyet-satış dengesi yönünden planlama ve sonrasındaki tedarik-değer zincirinin doğru ve etkin işlemesinin önemi daha iyi anlaşıldı.

Ulusal ya da uluslararası şirketlerin bu tür kriz dönemlerinde izlediği ‘ayakta kalma’ ve ‘kendi başının çaresine bakma’ yaklaşımıyla birlikte tarımda küçük aile çiftçiliğinin kıymeti ve önemi daha da fark edildi.

KOLONYA-ŞEKER PANCARI-MELAS DENKLEMİ

Bugün tüm dünya benzer bir testten geçiyor ama bu testle birlikte küresel dengeler de değişiyor.

Korumacılık ve gümrük duvarlarının yükseldiği bir ortamda çiftçisini her manada destekleyerek doğru şekilde üreten, kendi kendine yeten ve üretim değerlerine sahip çıkan ülkeler halkının gıda güvencesini ve güvenliğini sağlamış oluyor.

İthalat değil ihracat odaklı üretim modelini benimseyenler, deyim yerindeyse küresel gıda pazarında oyunun kurucusu ve belirleyicisi oluyor.

Bu söylediklerimizi belki somut bir örnekle de taçlandırmak lazım.

Koronavirüs salgınıyla birlikte Türkiye dahil olmak üzere tüm dünyada tıpkı gıda ürünlerine olduğu gibi dezenfektan ürünlerine de yoğun bir rağbet yaşanıyor.

Tüketiciler zaman zaman raflarda ürün bulmakta zorlanırken, bazı ürünlerin fiyatları da astronomik seviyelere çıktı.

Dezenfektan ürünlerin üretiminde kullanılan etil alkolün (Etanol) litre fiyatı son haftalarda 75-80 sent seviyelerinden 2,5 dolara kadar çıktı.

Artan talebe ve paniğe paralel olarak küresel etanol pazarında yüzde 230’luk bir yükselişten bahsediyoruz.

Peki etil alkol hangi hammaddeden üretiliyor dersiniz?

Şeker pancarından…

Daha doğrusu pancarın işlenmesi sonucu ortaya çıkan melastan…

Yani, şeker fabrikalarında işlenen pancardan sadece şeker elde edilmiyor. Aynı zamanda atık olarak karşımıza çıkan melas ve küspe gibi ürünlerden katma değerli üretimlerle farklı sektörlere hammaddeler de sağlanıyor.

Bu açıdan Türkiye hâlâ şanslı bir konumda.

Zira farklı lobilerin engelleme çabalarına rağmen tarlalarında şeker pancarı üretiliyor ve fabrikalarında bu ürünler işleniyor.

Yani bugün dünyada fiyatı neredeyse 3’e katlanan bir ürünü Türkiye, kendi ihtiyacı için üretir durumda.

Demek ki neymiş?

Şeker pancarı herhangi bir tarım ürünü değilmiş.

Demek ki neymiş?

Şeker fabrikaları sadece şeker üreten her hangi bir işletme değilmiş.

Demek ki neymiş?

Konunun gerçekten stratejik bir boyutu ve önemi varmış.

Dün de PANKOBİRLİK Genel Başkanı Recep Konuk’un bu konudaki açıklaması dikkatimizi çekti.

Dünya Sağlık Örgütü’nün koronavirüsü küresel salgın ilan etmesinden bu yana uluslararası pazarlarda etil alkol bulunamadığını belirten Konuk, "Bugün 2-3 katını ödemeye razı olsak bile maalesef etil alkol bulamayacaktık. Etil alkol üretiminin ham maddesi olan melas da bulunmuyor. Melasın fiyatı 1 ay öncesine göre 2 katından fazla artmasına rağmen, kimse kimseye melasını vermiyor. Etil alkole uluslararası pazarlarda 2 bin 500 dolar verenler olmasına rağmen etil alkol satan yok. Çünkü her ülkenin buna ihtiyacı var. Şeker sanayisi olmayan dolayısıyla pancar veya kamıştan melas üretimi yapılmayan ya da tahıllardan etanol üretecek altyapıyı kurmayan ülkeler bugün hijyen, dezenfektan konusunda en şanssız ve sıkıntılı ülkelerdir" diyor.

Recep Konuk, Türkiye’nin ise normal zamanlara göre kolonyaya ve dezenfektan ürünlerine olan talep 10-15 kat artsa bile etil alkol arzında sıkıntı yaşamayacağını dile getiriyor.

Konuk, benzin türlerine etanol harmanlanması zorunluluğunun 3 ay askıya alınmasıyla 84 milyon litre olan kapasitelerinin tamamını yeni tip koronavirüs (Kovid-19) ile mücadelede kullanılan dezenfektan ve kolonya üretimine ayırdıklarını açıklıyor.

2016 yılında Türkiye Şeker Fabrikaları’nın özelleştirilme kararına dair süreç tartışılırken dönemin Maliye Bakanı Naci Ağbal, "Şeker sektörünün özelleştirilmesi, özelleştirme programında olan birçok şirketin özelleştirilmesinden çok farklı. Benim kanaatim bu... Yani TÜPRAŞ'ı özelleştirebilirsiniz, orada bir şirket var. Mega bir üretim fabrika ortamı var. Onun altında tarım üreticisi yok. Türk Telekom'u özelleştirebilirsiniz ama iş, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine geldi mi bu konuyu 40 kere düşünmemiz lazım" diyerek meselenin ne kadar hassas olduğuna vurgu yapmıştı.

Bu konuyu 40 kere düşündüğümüzü sanmıyorum ama bugün yaşananlar üzerinden 1 kez dahi düşünsek anlamaya yeterli olacaktır. 

Sadece bu örnek bile tarım ve gıda sektörüne bakış açımızı yeniden gözden geçirmemiz için yeterli değil mi?

İrfan Donat

Bloomberg HT Tarım Editörü

idonat@bloomberght.com