Advertisement

Japonya'nın tarihte görülmemiş bir parasal genişlemeye gitme kararından sonra gelişmekte olan ülkelere sermaye akışının hızlanacağına yönelik genel bir beklenti var. Bu ülkelerin arasında Türkiye de yer alıyor.
Aslında, küresel krizin başından bu yana gelişmekte olan ekonomilere hatırı sayılır bir sermaye akışı gözleniyor. Bu nedenle Türkiye ekonomisi 2010 ve 2011 yıllarında yüzde 9 civarında reel büyüme elde edebildi. Sermaye akışı 2012 yılında da devam etti. Cari işlemler açığının 47.5 milyar dolar olduğu bir yılda, ülkeye giren net dış kaynak 76 milyar doları geçti. Cari işlemler açığının finansmanı dışında gelen dış kaynak, ekonomik büyümeyi değil, Merkez Bankası'nın rezerv artışını finanse etti. Resmi rezervler 2012 yılında 20 milyar doların üzerinde arttı. Ama, ekonomik büyüme yüzde 2'lerde kaldı.

GEÇEN YILDAN DAHA İYİ OLABİLİR, KÖTÜ OLMAZ
Önümüzdeki dönemde gelişmekte olan ülkelere sermaye akışının hızlanıp hızlanmayacağı konusunda iki önemli gelişmeye bakmak gerekiyor. Birincisi, Japonya'nın uygulamaya koyduğu genişlemeci para ve maliye politikaları. Tek başına Japonya'nın bu girişimi gelişmekte olan ülkelere sermaye akışını artırabilir.
Öte yandan, Amerika'da parasal genişlemenin sonu gelmekte olduğu olgusu var.
Bugüne kadar Amerika'nın izlediği ekonomi politikası gelişmekte olan ülkeleri besliyordu. Bu musluğun kapanması söz konusu. Japonya'da kamu finansman dengesinin ne denli bozulacağına bağlı olarak, Japonya'nın yeni para politikasının geçmiş yıllardan daha fazla sermaye akımlarını tetiklemesi söz konusu olmayabilir. Ama, son 3 yıldır gözlenen gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye akımlarında bir gerileme olmaz.
Kaba bir tahminle (bu tahmin Uluslararası Finans Enstitüsü'nün tahminleriyle de aşağı yukarı aynı paralelde), bu yıl Türkiye ekonomisine 80-90 milyar dolar dış kaynak girebilir. Yılın ilk 2 ayında giren net dış kaynak 1 7 milyar doları aştı. Bu kez Merkez Bankası'nın döviz rezervlerindeki artış geçen yıla göre daha ılımlı olurken, elde edilen dış kaynağın daha büyük bir bölümünün ekonomik büyümeyi finanse etmesi söz konusu olabilecek. Cari işlemler açığı doğal olarak artacak.
Görünüşe bakılırsa, Merkez Bankası bu yıl da bankaların elde ettiği dövizleri "makro ihtiyati önlemler" başlığı altında kendine çekmek istiyor. Yani, bankalar dövizde Merkez Bankası'na çalışmaya devam edecek. Özel kesim ise Türkiye'de yerleşik bankaları kullanarak doğrudan dış kredi kullanımını hızlandırarak kendi dövizini kendi bulmaya çalışacak. Geçen yılın son ayları ile bu yılın başlarında bu eğilim zaten netleşmişti. Yılın ilk 2 ayında ekonomiye 17 milyarın üzerinde giren net dış kaynağın 4.4 milyar doları bankacılık dışı kesimin doğrudan dış borçlanmasından oluştu. İkinci en büyük kanal portföy yatırımları oldu.

BU YILIN GÖRÜNÜMÜ
Yıl sonuna gelindiğinde şöyle bir tabloyla karşı karşıya kalabiliriz: Cari işlemler açığı 60 milyar doları aşıp 70 milyar dolara dayanmış; toplam net dış kaynak girişi 80 milyar dolar civarında; banka dışı kesimin doğrudan net dış borçlanması 30 milyar doları aşmış; portföy yatırımlarından 40 milyar dolara yakın net giriş olmuş; geri kalan girişlerin çoğunluğu da net doğrudan yabancı yatırımlardan oluşmuş. Böyle bir resimde ekonomik büyüme de yüzde 5'i aşabilir. Yılın sonuna doğru "Bu cari işlemler açığını ne yapacağız?" diye yine konuşmaya başlarız.