Advertisement

Dünyanın büyük ülkelerinde faizler çok düşük diye bizde de faizler düşük olmalı yönünde bir görüş oluştu. Büyük ülkelerde faizler çok düşük, çünkü o ülkelerin ekonomileri hasta. Onlar ağrı kesici alıyorlar diye hiçbir yerimiz ağrımadığı halde bizim de ağrı kesici almamız biraz garip.
Gelişmiş ülkelerde para mekanizması çalışmıyor. Merkez bankaları para basıyor, ama bankacılık sektörü merkez bankalarının bastığı parayı kaydi paraya çeviremiyor. Geçenlerde Forum İstanbul Toplantılarında Steve Hanke'nin vurguladığı gibi, birçok ülkede para arzı uzun dönemli eğilimin yüzde 20 kadar altında. Bu nedenle o ülkelerde faizler düşük, reel faiz negatif.

NE İSTİYORUZ?
Bizde bankacılık sektörü gayet iyi çalışıyor. O kadar iyi çalışıyor ki, Merkez Bankası gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bolca para basmadığı halde, kaydi paranın artışında bir sorun yok. Aksine, daha düne kadar banka kredilerinin çok hızlı arttığından şikâyetçi olunuyordu. Tüketici ve ticari krediler otoritelerin arzuladıklarının üzerinde artıyor. Eğer sorunsa, bizdeki sorun, kredilerdeki artış değil, artan kredilerin ekonomiyi bir türlü arzulanan düzeyde büyütmemesi.
Hazine bonosunun faizi düştüğü halde, kredi faizlerinin aynı paralelde düşmemesi ekonomik büyümeyi hızlandırabilir mi? Düşen kredi faizleri kredi artışını hızlandırıp ekonomik büyümeye bir ivme kazandırabilir. Amaç bu mu? Bu da çok açık değil. Merkez Bankası'nın söylevlerine bakarsak, "dengeli büyüme" adına cari işlemler açığının fazla artmasının istenmediğini görüyoruz. O halde, ekonomik büyümenin hızlanması da istenmiyor. Çünkü, düşük ekonomik büyümede dahi, cari işlemler açığı artacak.
Hükümet kanadının önemli bir bölümünde faizlerin düşüp banka kredilerinin daha da hızlı artmasının arzu edildiği yönünde bir görüntü var. O nedenle kredi faizlerinin de düşmesi isteniyor. İstenen düşüşün gerçekleşmesi için Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) ile Merkez Bankası göreve çağrılıyor.

GÖREV KİMİN?
Bu kurumlardan ne beklendiği çok açık olmasa da, her halde ellerindeki araçları kullanarak kredi faizlerinin düşürülmesi hedefleniyor. En etkili araçlardan biri olarak bu kurumların bankalara talimat vermesi düşünülebilir. Bu yanlış olur. Olmazsa, BDDK bankaların sağlığına yönelik getirdiği düzenlemelerle oynayarak bankaların aracılık maliyetlerini düşürebilir. Merkez Bankası da makro ekonomik dengeleri etkilemeye yönelik uygulamaya koyduğu bazı düzenlemeleri bankaların maliyetlerini düşürecek biçimde yeniden belirleyebilir. Böyle bir yaklaşım Merkez Bankası'nın tutumuna ters gelebilir. BDDK da bankaların sağlığına yönelik uygulamaları makro hedeflere feda etmiş olur.
BDDK kurulmadan önce bu yönde çok uygulamalar yapıldı. Örneğin, geçmişte Hazine piyasadan borçlanmakta zorlandığında, disponibilite oranı yükseltilerek bankaların Hazine'ye borç vermesi teşvik edilirdi. Halbuki, disponibilite oranı bankaların sağlığına yönelik bir uygulamaydı. Uygulandığı şekliyle ne bankaların sağlığına yaradı ne de Hazine'nin borçlanmasına. Bu nedenle BDDK gibi bir kurumun kurulması zorunlu hale geldi, makro hedeflerle sektörün sağlığı birbirine karıştırılmasın diye.
Bankacılığın düzenlenmesi makro politikaların bir parçası olmamalı. Olursa, BDDK gibi bir kurumun pek bir anlamı yok. Onu Hazine de yapardı. Yapılması istenen, kredi büyümesinin hızlanarak iç talebin canlanması ise, Merkez Bankası'nın ikna edilip "dengeli büyüme" söylevini bırakması. Makro politikaların önemli bir bölümü Merkez Bankası'nın elinde, BDDK'nın değil.