Advertisement

Türkiye'nin milli geliri 200 milyar dolar civarındayken dış açıkları makul düzeylerde tutmak oldukça kolaydı. O dönemlerde cari işlemler açığı göreli olarak çok düşüktü. Çünkü, ekonomideki tasarruf oranı 200 milyar dolar civarındaki bir ekonomiyi taşıyabilecek düzeydeydi. Ekonomi reel olarak küçüldüğünde ya da büyümesi sıfıra yaklaştığında cari işlemler fazlası verilirdi. Örneğin, 1989, 1994, 1998 ve 2001 yıllarında Türkiye ekonomisi cari işlemler fazlası vermişti.
Cari işlemler açığı verildiği yıllarda dahi yaz ayları cari işlemler fazlası verilirdi. Çünkü, dış ticaret açığı göreli olarak düşüktü, çoğunlukla turizm gelirleri yoluyla dış ticaret açıkları görünmeyen kalemlerdeki fazla yoluyla finanse edilebiliyordu.

DIŞ AÇIKLAR HEP BİZLE OLACAK
O dönemler geride kaldı. Türkiye ekonomisi artık 800 milyar dolar civarında bir büyüklüğe ulaştı. Aynı zamanda ekonomideki tasarruf oranı da düştü. Hem vücut büyüdü hem de ceket daraldı. Artık vücut bu cekete sığmamaya başladı. Cari işlemler açığının milli gelirin yüzde 10'una dayandığı dönemler oldu. Artık ekonomi reel olarak küçülse dahi, cari işlemler açığı vermeye devam eden bir ekonomi haline geldik. Örneğin, 2009 yılında Türkiye ekonomisi reel olarak yüzde 4.8 küçüldü. Dolar bazında milli gelirimiz 2008 yılında 742 milyar dolarken, 2009 yılında 61 7 milyar dolara geriledi (eksi yüzde 16.8). Ama cari işlemler açığının milli gelire oranı yüzde 2 oldu. Fazla değil, açık vermeye devam ettik.

Ekonominin geldiği büyüklük itibarıyla, "Türkiye ekonomisi dış açıklar vermeden ya da makul açıklar vererek yoluna devam etsin" gibi bir dilek artık geçerli değil. Oldukça yüksek cari işlemler açığı vermeden bugünkü milli gelir düzeyini koruyabilmemiz mümkün değil. Bu yargıyı kabul edip cari işlemler açığının istikrarsızlık yaratmayacak düzeylerde gerçekleşmesini hedeflemekten başka bir seçeneğimiz yok. Bu konuda da sıkıntılar var.

DAVUL SIRTIMIZDA TOKMAK DIŞARIDA
Sıkıntıların başında, cari işlemler açığının hangi düzeyde istikrarsızlık yaratabileceğine bizim değil, yurtdışı piyasaların karar vermesi geliyor. Bazı dönemler milli gelirin yüzde 10'una yaklaşan bir cari işlemler açığı rahatça finanse edilebilirken, bazı dönemlerde milli gelirin yüzde 5'ine gelmiş bir cari işlemler açığını finanse etmekte zorlanılabiliyor. Dolayısıyla, istikrarı tehdit etmeyecek bir cari işlemler açığı hedefi yok. Bizim hedefimiz olabilir, ama hiçbir anlam ifade etmez. Tokmak başka ellerde.
Grafikte de açıkça görüldüğü gibi, bir başka sıkıntı kaynağı, giderek daha büyük bir ekonomi için milli gelire oranı daha yüksek bir cari işlemler açığı vermek zorunda olmamız. 2009 yılını dışarıda bırakırsak, 2008 yılından bu yana 700-800 milyar dolar arasında bir milli gelir yaratıyoruz. Milli gelirin ortalama yüzde 7'sinin üzerinde bir cari işlemler açığı veriyoruz. Bu yıl dolar bazında milli gelirimiz büyük bir olasılıkla düşerken, milli gelirin yüzdesi olarak cari işlemler açığı yükselecek. Tasarruf oranında radikal bir düzelme olamadığı takdirde, 900 milyar dolar civarında bir milli gelir yaratabilmek için milli gelirin yüzde 10'unun üzerinde bir cari işlemler açığı vermek durumunda kalacağız.
Kısacası, Türkiye ekonomisinin büyümesi üzerinde dış açıkların koyduğu ipotek giderek daha fazla hissediliyor.