Advertisement

Bir piyasada ya fiyatı ya da miktarı kontrol edebilirsiniz, ikisini birden değil. Hangisini kontrol ederseniz edin, arz-talep dengesinin gösterdiği fiyat ya da miktarı seçmemişseniz, ya arz fazlası (talep eksikliği) ya da talep fazlalığı (arz eksikliği) yaratırsınız.

Otoriteler farklı amaçlar için olanaksız olanı yapmaya çalışıp fiyatı tespit edip miktarı kısıtlamayı çok severler. 1980’li yıllara kadar Türkiye bu oyunu çok oynadı. Döviz kuru düşük tutuldu, ithalat kotalar yoluyla kısıtlanmaya çalışıldı. Faizler düşük tutuldu, banka kredileri sektörler arasında tahsis edildi. Akaryakıt fiyatları düşük tutuldu, benzinliklerin önünde araç kuyrukları oluştu. Adamını bulan kışın ısınmak için yakıt bulabildi. Bütün bunlar ekonominin sağlığı için yapıldı! Serbest piyasa ekonomisinde fiyat bir sinyaldir. Fiyatı sinyal olarak kullanmak istemeyen otoriteler miktarı kontrol yoluyla arzuladıkları piyasa dengesini oluşturmaya çalışırlar. Başarılı olamazlar. Son dönemde fiyatı sinyal olarak kullanmayı bırakıp miktarı kontrol etmeye yönelik arzular kabardı. Tüketici kredilerindeki artış frenlenmek isteniyor. Ama, fiyatın (faizin) bir sinyal olarak kullanılması istenmiyor.

O nedenle tüketici kredilerine ağırlık veren bankalar, daha fazla karşılık tutmak zorunda bırakılarak ve daha fazla sermaye bulundurmaya zorlanarak tüketici kredisi vermeleri miktar yoluyla engellenmek isteniyor. Bunun adına makro ihtiyati önlem deniyor. KOBİ kredileri daha az riskli de, tüketici kredileri daha çok mu riskli? Makro ihtiyati önlem adı altında aslında bankaların sağlığına yönelik kullanılması gereken araçlar arzulanan makroekonomik dengeleri oluşturmak için kullanılıyor. İki yanlış birden yapılıyor, ama iki yanlış bir doğru olmuyor. Fiyatı sinyal olarak kullanmaktan kaçınan merkezi otorite bambaşka amaçlar için oluşturulmuş bağımsız olması amaçlanan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu‘nu (BDDK) amaçlarına alet ediyor. Belli ki, BDDK da halinden memnun, sesi çıkmıyor, söyleneni yapıyor. Ama, yapılanlar serbest piyasa ekonomisine yakışmıyor.

ALİ İHSAN GELBERİ

İyi bir eğitim almıştı. Kendini çok iyi eğitip yetiştirmişti. Hazine Müsteşarlığı’nda genel müdür yardımcılığına kadar yükselip çalıştığı dönemde devlet borçlanmasına yönelik çok önemli işlere imza atmıştı. Benim hararetle eleştirdiğim 2001 yılındaki borç takasının mimarlarındandı. Borç takası yapılması yanlıştı, ama borç takasını büyük bir başarıyla uygulayan Ali İhsan Gelberi idi. Standartları yüksek, ilkeli bir kişiliği vardı. O dönemde “Borç Ofisi” kurulmasını önermişti.

Önerisi kabul edilmeyince, Hazine’den istifa etti. Önerisini, “genel müdür” olmak için yaptığı iddia edildi. Doğru değildi. Borç idaresi için ayrı bir birimin daha etkin çalışabileceğine inananlardandı. Bu inancını yitirdiğini hiç görmedim. Adının baş harflerine bakarak arada bir AİG (2008 yılında batıp Amerikan devleti tarafından kurtarılan dünyanın en büyük sigorta şirketi) diye kendisine takılırdım.

Hatta, İstanbul’a taşındığında üzerinde AİG yazan bir çanta dahi hediye etmiştim. İstanbul’da çalıştığı bankaya çok ciddi katkıları oldu. İstanbul’un çeşitli semtlerinde beraber yediğimiz yemeklerde her zaman ufuk açan sohbetlere en önemli katkıları yapanlardan biri oydu. Ali İhsan Gelberi Samatya’da (iki hafta önceki buluşmamızda kararlaştırdığımız bir sonraki buluşma noktamız) bir restorana gidemeden çok genç yaşta aramızdan ayrıldı. Çok büyük bir kayıp. Allah rahmet eylesin.