2001 krizinden sonra üzerindeki kamu finansmanından kaynaklanan baskılar göreli olarak azalınca, bankacılık sektörü asıl işlevine dönebilme olanağına kavuştu. Bankalar kamu dışı ekonomik kesimlerin finansmanına yoğunlaştı. Büyümeleri hızlandı.

1993-2002 yılları arasında dünyada bankacılık sektörü yıllık yüzde 3.3 büyürken, Türkiye’deki bankalar bu dönemde reel olarak yüzde 3.1 büyüyebildiler. Buna karşılık, 2003-2008 yılları arasında dünyadaki bankaların büyümesi yüzde 4.4’te kalırken Türkiye’deki bankaların büyümesi yüzde 5.9’a ulaştı. Küresel kriz sonrası dünyadaki bankaların büyümesi yüzde 3.1’e geriledi. Türkiye’deki bankaların büyümesi ise yüzde 4.1 oldu. Artık bankalarımız dünyadaki rakiplerinden daha hızlı büyüyor.

Bankalarımızın toplam bilanço büyüklüğünün milli gelire oranı 2000’li yıllar öncesinde yüzde 50-60 civarındayken, 2009 yılında yüzde 87, 2013 yılında ise yüzde 111 oldu. Bankalarımız artık milli gelirimizden daha büyük, ama göreli olarak hâlâ küçük.

Türkiye’de kişi başına banka aktifi 2002 yılında 1.700 Euro iken, Avrupa Birliği’nde (AB) bu oran 53 bin Euro idi. 2012 yılında bu oran AB’de 90 bin Euro’ya, Türkiye’de ise 7.700 Euro’ya yükseldi. 2002 yılında kişi başına banka kredileri AB’de 31 bin Euro iken, Türkiye’de 500 Euro olmuştu. 2012 yılında kişi başına krediler AB’de 48 bin Euro’ya çıkarken, Türkiye’de 4.500 Euro oldu. AB’nin hâlâ onda biriyiz. Böyle bakınca, kişi başına gelirimiz AB’nin onda biri olmadığına göre, Türkiye hâlâ bankacılık sektörünü kullanmıyor diyebiliriz.

SERMAYEDEN YENİYOR
2001 yılında yapılan reformlar sayesinde bankacılık sektöründe risk ağırlıklı sermaye yeterliliği daha önce görülmemiş düzeylerde arttı. 2009 yılında sermaye yeterliliği yüzde 20.8’e kadar çıkmışken, 2013 yılında bu oran yüzde 15.4’e geriledi. Sektördeki büyümenin bir bölümü sermaye kullanımı ile gerçekleştirilirken, son yıllarda uygulamaya konan düzenlemeler de sermaye yeterlilik oranının düşmesine neden oldu. Kamu bankaları göreli olarak sermaye zengini. Ama, yabancı sermayeli bankalarla özel sermayeli bankalar için aynı şeyi söyleyemeyiz.

Bankaların elde ettikleri kârlar göze batıyor. Halbuki, son yıllarda bankacılık sektörünün öz kaynak kârlılığı Borsa İstanbul’da hisseleri işlem gören şirketlerin kârlılığının altına geldi. 2013 yılında öz kaynak kârlılığı bankalarda yüzde 12.7 olmuşken Borsa şirketlerinde yüzde 14.1 oldu.

Bankalarımız büyüdü, ama piyasa değerleri düştü. 2010 yılında Borsa İstanbul’da hisseleri işlem gören bankaların piyasa değeri 113 milyar dolardı. 2013 yılında ise bankaların değeri 67 milyar dolar oldu. Bankalarımız artık göreli olarak kamu sektörünü finanse etmek zorunda değiller, ama kamunun bankalar üzerindeki ağırlığı azalmış değil.

Bankaların verdiği kredi faizini 100 kabul edersek, bu yılın mart ayı itibarıyla kredi faizinin yüzde 27.3’ü kamusal yüklerden (vergi ve diğer düzenlemeler) geliyor. Kredi faizlerini düşürmeyi hedefliyorsak, bu konuyu gözden kaçırmamak gerekiyor.

2001 yılı ile birlikte Türkiye bankacılık sektöründe çok büyük bir atılım yaptı. O dönemden bugüne kadar bankacılık sisteminin ne denli sağlam sağlıklı olduğu ile övünüp durduk. Son yıllarda bankacılıkta sermayeden (yapılanlardan geriye düşerek) yemeğe başladık. Önümüzdeki dönem bu açıdan kritik. Sermayeden yemeğe devam edersek, yakında övünülecek bir şey kalmayabilir.

Not: Bu yazıdaki rakamlar Türkiye Bankalar Birliği’nin 57. Genel Kurulu’nda yapılan sunumdan alınmıştır.

Advertisement