Bugüne kadar cari işlemler açığı ile mücadele bankaların kredi artışını sınırlama yoluyla yapıldı. Mücadelenin başarılı olduğu söylenemez. Geçen yıl sonunda cari işlemler açığı milli gelirin yüzde 6.5'i olmuşken, üç ay sonra, bu yılın ilk üç ayına bu oranın yüzde 8 civarına geldiği tahmin ediliyor.
Bankacılık sistemi sağlam. Sağlam olduğu için de biraz hırpalamanın bir sakıncası olmadığı düşünülebilir. Kârları düşebilir. Sermaye yeterlilikleri azalabilir. Büyümeleri sınırlanabilir. Bankalarımızın bunların hepsini kaldırabilecek epeyce yerleri var. Ama, cari işlemler açığına çare bankacılık kesiminin elindeki kredi verilebilir kaynaklara el koymak değil. Çare, iç talep artışını durdurmak, ekonomik birimlerin tüketim ve yatırım harcamalarını düşürmek.
Bankalar ellerindeki kredi verilebilir kaynakların bir bölümünü Merkez Bankası na kaptırınca, gidip başka kaynaklar bulabiliyorlar. İç talep canlı olduğu için de buldukları kaynakları krediye dönüştürebiliyorlar.
HER YOL MUBAH MI?
Şimdi sıra başka önlemlere gelmiş görünüyor. Ama, düşünülen önlemler yine bankaların elindeki kredi verilebilir kaynaklara el koymanın ötesine gitmiyor. Söylendiğine göre, tasarruf mevduatı sigortasının kapsamı genişletilip sigorta karşılığında bankalardan alınan toplam primler artırılacakmış. Bu yaklaşım sapla samanı birbirine karıştırmak oluyor.
Tasarruf mevduatı sigorta fonu uygulaması ekonomik birimlerin bankacılık sistemine güvenmelerini sağlamaya yöneliktir. Banka batsa dahi, mevduat sahiplerinin bir bankaya emanet ettiği para belli bir büyüklüğe kadar devlet güvencesindedir. Şimdi bu sistem bankalar daha az kredi versin diye sigorta primlerini artırmak için kullanılmaya çalışılıyor.
Küresel krizin en derin noktasında dahi Türkiye mevduat sigortasının kapsamını artırmadı. Bizde bir sorun yoktu, ama dünyanın her tarafında devletler sigortanın kapsamını artırıp bankacılık sistemine olan güveni artırma peşindeydi. Ön önlem olarak Türkiye de böyle bir yola girebilirdi. Girmedi. Geriye doğru bakıldığında doğru da yapıldı.
Şimdi tasarruf mevduatının kapsamı genişletilerek mevduat sahibinin güveninin artırılması değil, bankalardan daha fazla para çekmek hedefleniyor. Komik değil mi? Ekonomi politikalarında bir amaç için her yol mubah olmamalı.
ASIL AMAÇ UNUTULUR
Finansal sistemin sağlığına yönelik bağımsız kurumların belirlemesine bırakılan bazı politikaların bazı makro hedeflere ulaşabilmek için kullanılması çok yanlış bir yaklaşım.
Ekonomi fazla ısınmasın diye mevduat sigortasının kapsamı genişletilerek bankalara mevduat sigortasının maliyetini artırmak fazla kilolarla mücadele etmeye yönelik olarak evde ocağın gazını kesmeye benziyor. Yiyen yine yiyor. Pişmiş değil, çiğ yiyor. Fazla kilolarla mücadelenin tek yolu iştahı köreltmektir, dolaptaki yemekleri kaldırmak değil.
Benzer öneriler bankacılığın denetim ve gözetiminden sorumlu BDDK'ya da yapılıyor. Bankalar daha fazla kredi vermesin diye bankaların sağlığına yönelik olarak kullanılan bazı parametreler bankaların kredi verebilme sınırını düşürmeye yönelik kullanılmak isteniyor. Bağımsız kurumların karar mekanizmalarına dışarıdan müdahalenin yolu açılmış oluyor. İşin en tehlikeli tarafı da bu.
Bugün cari işlemler açığı ile finansal istikrar arasında kurulan ilişki ile bağımsız kurumlara görev çıkarılırken, yarın bambaşka nedenlerle de bağımsız kurumlar göreve çağrılabilir. Yol bir kez açıldığında, açılan yoldan gidiş-gelişleri kontrol etmek mümkün olmayabilir. Bugün çok hızlı büyüyoruz diye BDDK gibi kurumlar göreve çağrılır, yarın büyüme yavaş olduğu için görev çıkar. Bu arada bankacılık kesiminin sağlığı unutulur. Halbuki, BDDK gibi bağımsız kurumlar çalıştıkları sektörlerin sağlığı günlük politikalara alet edilmesin diye kurulmuştu.