Advertisement

Küresel krizden sonra patlayan Avrupa'daki borç krizi bugüne kadar "bomba benim elimde patlamasın da kimin elinde patlarsa patlasın" anlayışıyla idare edilmeye çalışıldı. Bulunan çözümler krizi patladığı yerde kontrol altına almaya yönelikti. Her girişim krizin yayılmasını hızlandırdı. Bir anlamda, ateşin üzerine benzin döküldü.
Önce Yunanistan, sonra İrlanda ve Portekiz için hazırlanan kurtarma paketleri krizi patladığı yerde kontrol etmek amacı güdüyordu. Ama, bu girişim Euro'nun "zorda olan hiçbir ülke kurtarılamaz" şeklindeki anayasasının delinmesi anlamına geldiğinden, piyasaların "başka kim kurtarılacak?" arayışına girmesine neden oldu. Kurtarılmaya çalışılan ülkelerde ise borç dinamiğini değiştirebilecek bir gelişme olmadı. Aksine, borç dinamiği birçok ülkede daha da bozuldu.
Kurtarma paketleri yeterli olmayınca, "borçlu ülkelerin bonolarına yatırım yapanlar da ellerini taşın altına konsun" dendi. Bu kez de, yatırımcıların kurtarma paketi almamış ülkelerden de çıkmaları tetiklenmiş oldu. İtalya ve İspanya herkesi korkutmaya başladı. Yutulacak lokmalar büyüdü.

TAMAM MI? DEVAM MI?
İngilizcede bir deyim vardır: "kicking the can down the road" (teneke kutuyu yoldan aşağı tekmelemek). Bu deyim bizim "bomba benim elimde patlamasın da kimin elinde patlarsa patlasın" deyimine karşılık gelebilir. Hiç kimse eğilip teneke kutuyu yerden alıp kaldırmıyor, tekmeleyip uzağa gitmesine çalışıyor. Herkes zaman kazanmaya çalışıyor. Avrupa Birliği'nin ve özellikle Almanya ve Fransa'nın "borç krizi" konusunda bugüne kadar takındığı tavır bu şekilde özetlenebilir.
Kriz grubuna İtalya ve İspanya'nın da katılmasıyla Avrupa'nın artık kaçacak yeri kalmadı. Teneke kutuyu tekmeledikçe kutu geri geliyor. Teneke kutu meğerse bumerang'mış. İleri attıkça, atana geri dönüyor.
Seçenek yelpazesi daraldı. Birinci seçenek borç krizi içindeki ülkelerin doğrudan ya da seçici bir biçimde iflas etmesini kabullenmek. Euro'nun anayasası bir kez daha delinmeyecekse, bu seçenek, iflasına izin verilen ülkelerin Euro'dan çıkması anlamına gelir. Çünkü, Avrupa Merkez Bankası iflas etmiş bir ülkenin bonolarını teminata kabul ederek o ülkenin finansal sistemine likidite veremez. Yunanistan'ın Euro kullanması ile Panama'nın Amerikan Doları kullanması arasında hiçbir fark kalmaz.
Krizin daha da yayılma olasılığı bu seçenekle yok edilemez. Piyasalar "başka kim Euro'dan çıkacak?" arayışına gireceklerdir. Euro Bölgesi bu seçenekte daralmaya mahkûmdur.

AVRUPA BONOSU
İkinci seçenek Avrupa bonosu çıkarmak olabilir. Piyasada değeri giderek düşen Yunanistan, İrlanda, Portekiz, İspanya ve İtalya bonoları yerine bu ülkeler kendi riskleri ile değil, AB'nin toplam riski ile borçlanabilirler. Yani, krizi yaratan şartlara geri dönülmüş olur. Geçmişte bu ülkeler zımnen AB riski ile ucuz borçlanıp bu hale gelmişlerdi. Şimdi, açıkça AB riski ile borçlanıp borç dinamiklerini düzeltebilirler.
Bu seçenekte bütçe politikalarında da bir birliğe gidilmesi kaçınılmaz olur. Euro'nun dağılması engellenebilir. Ama, krizin maliyeti AB'nin büyük ülkelerinin sırtına yüklenmiş olur. Bugün borç krizi içindeki ülkeler Almanya ve Fransa'nın kefaletiyle borçlanmaya devam etmiş olurlar. Ama, Almanya ve Fransa'nın da kredi değerliliği düşmüş olur. Kısacası, Avrupa bonosu uygulamasıyla Avrupa'da faizler bugünkü Almanya ve Fransa faizlerinden daha yüksek olur. Almanlar ve Fransızlar diğer Avrupa ülkelerinin borçlarına kefalet vermek isterler mi? Bu seçeneğin gerçekçi olup olmadığı bu sorunun yanıtında saklı.
On yıl vadeli bonoların yıllık faizleri Almanya'da yüzde 2.7, Fransa'da 3.4'ken Yunanistan'da yüzde 17, İrlanda'da yüzde 12, Portekiz'de yüzde 8, İtalya'da yüzde 5.8, İspanya'da yüzde 6.2 civarında. Bu faiz farklarıyla Euro yaşayamaz. Dolayısıyla, kalıcı çözüm iki seçenekten biri olmak zorunda.