Advertisement

İstikrar programı yapmak, uygulamak, hayata geçirmek çok zor bir iştir. İlk sorun siyasetin gerçekleridir.

Siyasetçiler geçmişin sorunlarını, seçilene kadar vermelerine rağmen seçildikten sonra çözmek istemezler. Ancak, ülkenin istikrar önlemlerine ihtiyaç duyacak hale gelmesinin nedeni biriken yapısal bozukluklardır. Tedbirleri gerekli kılan, bunun üstüne siyasetçilerin popülist tercihlerinin ve dünyadaki konjonktürün eklenmesidir. Diğer bir deyimle, bu bir süreçtir ve birkaç hükümet dönemini kapsar.

Daha önemlisi, program için çalışma yaparken birkaç şartın bir araya gelmesi gerekir. Bir istikrar programının başarılı olabilmesi için; teknik olarak uygulanabilir, siyasi olarak desteklenebilir, toplumsal olarak kabul edilebilir olması mutlak bir zorunluluktur.

Türkiye 1994 ve 2001 krizleri sırasında bu kuralın gereğini çok acı derslerle yaşadı. Bir örnek vereyim, 1994 krizine çözüm önerileri hazırlanırken, o zamanki Hazine ekibi kamu bankalarının görev zararları konusunda, 2001 reformlarındaki uygulamaya benzer önerilerde bulundu. Dönemin siyasileri bunun desteklenebilir olarak görmediler.

Daha güzel örnek, Türkiye’deki kayıt dışılıkla mücadeledir. Konu her iki istikrar programında da masadaydı. Önce vergiyle ilgili bürokrasi teknik bazı sorunları masaya getirdi, sonra siyasetçilerin kafası karıştı desteklemekte tereddüt ettiler. Konu tartışılmaya başlanınca, bazı şirketler ve bankacılar bile kriz dönemlerinde kayıt dışılığın yararlarından bahsetmeye başladılar. Çözüm tartışmalı olunca gündemden kalktı. Şimdi yapılan denemeler daha çok idari ve ihtiyari önlemleri içeren, bir tür gaz alma operasyonu.

KATOLİK NİKÂHI YAKLAŞIMI

Dönelim Yunanistan’a. Bence Sayın Papandreu doğru bir politik manevra denedi.

Önce acı önlemleri görmek istedi. Fransa ve Almanya ile müzakerelere başladığında, sorunun sadece Yunanistan’da olmadığını; İrlanda, Portekiz, İspanya, Belçika ve hatta İtalya’nın da benzer programlara başlayacağını umuyordu. Hatta finansal sektörün kurtarılması bağlamında Fransız ve Alman bankalarının da çözüm çerçevesinin içinde olacağını sanıyordu. Haklıydı da. Çünkü eğer bu bir finansal ve kamu borç krizi ise sorun sadece Yunanistan’da yaşanmıyor. Farklı düzeylerde de olsa, en geniş Euro Bölgesi’ni etkiliyor. Dolayısıyla tüm ülkelere ve sektörlere yönelik kapsamlı bir program bekliyordu.

Ama sonuç böyle olmadı. Yunanistan’a tüm zor şartlar kabul ettirildi. Buna karşılık diğerlerinin içmesi gereken acı ilaç yerine aspirin verilmesiyle iş geçiştirilmeye çalışıldı. Daha önemlisi, Yunan muhalefeti, ekonominin buraya gelmesinde sanki hiç kendi suçu yokmuş gibi halkı programa karşı çıkmaya, direnmeye çağırdı.

Bu ortamda istikrar programı uygulamaya başlansa bile, toplumsal desteğinin olmadığı kesin olarak ortadaydı. Her uygulama aşamasında halk sokağa dökülecek, uzun siyasi tartışmalar yapılacak, kararlar her aşamada gecikecekti.

Bunları öngören Yorgo Papandreu, baştan net bir karar verilmesini istiyor. Muhalefetin parlamentoda hükümete, daha doğrusu acı istikrar programına destek vermesini istiyor. Günah hepimizin, cezayı da beraber çekelim diyor. Veya başka bir söylemle, Yunanlılar Ortodoks olsalar bile, yaklaşım Katolik nikâhı istiyor. Papaz, evliliğe (Programa) itirazı olanlar varsa şimdi söylesin veya sonuna kadar sussunlar diyor.

2012 SEÇİM DÖNEMİ

Ancak bilinmesinde yarar var. Önümüzdeki dönemde siyasilerin bu tür manevralarını çok göreceğiz. Çünkü dünyanın siyasi yapılanması yeni şekillenmelere gebe. G-20 üyelerinin çoğunda seçim var. Amerika’da, Euro Bölgesi’ne yön veren büyük ekonomilerde iktidarlar değişebilir.

Bu bağlamda, tamam artık kararlar alındı sorun kalmadı demek, her şeye pembe gözlüklerle bakmak; zekâ sorunu yoksa küçük yatırımcıyı yanlış bilgilendirmeyi amaçlamaktadır.