Advertisement

İnsanoğlu hayatı tehlikedeyse yaşamak için her türlü mücadeleyi göze alır; kuralmış, ahlakmış hiçbir değer kalmaz. Benzeri durum merkez bankaları için de geçerli. “Süper Mario” Draghi başkanlık görevine geldikten sonra Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB), deyim yerindeyse, ruhu değişti. Kuruluşundan bu yana Alman Merkez Bankası Bundesbank’ın dümen suyunda giden banka artık Atlantik’in öte yakasındaki FED’e (ABD Merkez Bankası) benzemeye başladı.

Aslında bu bir gecikmiş davranış değişikliği. 2008 krizinde finansal sektörün yaşadığı sorunlar üç aşağı, beş yukarı aynıydı. O dönemde FED piyasalara sınırsız destek verdi. Hem nakit pompaladı hem de bankalar sıkıştıkça ABD Hazinesi’nin ve diğer kamu kurumlarının kâğıtlarını aldı. Borçlanmaya yardımcı oldu. Böylelikle siyasetçilere karar alabilecek zaman kazandırdı. Ancak sorun konjonktürel değil yapısal olduğu için iki defa yapılan parasal genişleme yetmedi, şimdi üçüncüsü bekleniyor.

Krizin yayılmaya başladığı Avrupa’da ECB’nin radikal davranamamasının en temel nedeni dağınık siyasi karar alma düzeni. Almanlar ve diğer Kuzey Avrupalılar bir yanda Güneyliler diğer yanda. Ancak anlaşıldığı kadarıyla Almanlar son kararlara onay verirken koşulsuz evet dememişler. Bu bağlamda ECB’nin desteği FED’inkinden farklı olacak. Öncelikle ECB bir ülkenin kamu kâğıtlarını ikinci piyasadan almaya başlamadan önce ESM’ye (Avrupa İstikrar Mekanizması) başvurmasını şart koşuyor. Bir program sunup, onun IMF tarafından incelenmesini istiyor.

Böylelikle bir taşla iki kuş vurulmuş olacak. Bir yandan bilançolarında gereğinden fazla kamu kâğıdı olan İspanyol ve İtalyan bankalarının rahatlamasıyla piyasadaki sıkışıklıklar kısmen aşılacak. Yanı sıra eğer siyasiler reform kararları almakta ve/veya uygulamakta gecikirlerse bankacıların doğrudan baskısıyla karşılaşacaklar. Almanlar da hem ESM ve IMF hem de piyasalar aracılığıyla yapısal reformların hayata geçmesini sağlamaya çalışacaklar.

Bu senaryonun tutması için 12 Eylül’ü, Alman Anayasa Mahkemesi’nin ESM hakkında alacağı kararı beklemekte yarar var. Piyasalar asıl o zaman daha rahat nefes alacaklar.

Dışarda döviz bu kadar bollaşınca içeride riskler azalmıyor

Artık dünyada tekrar bir döviz bolluğu dönemine gidildiği söylenebilir. ECB’nin şartları İspanya ve İtalya tarafından kabul edilecektir. FED de bu ay olmazsa gelecek ay yeni bir parasal genişlemenin önünü açacak gibi.

Böylesi bir ortamda Türkiye mahalli seçimleri erkene almaya hazırlanıyor. Artık önümüzdeki üç yıl seçimden başka bir şey konuşulmaz. Yapısal kararlar çok kolay alınamaz. Aslına bakarsanız, dışarıdan bol döviz geldiği sürece, ucuz döviz ortamında ithalata bağlı bir canlanma bile görülebilir. Buna bir de kamu harcamalarında görülecek olan gevşemeyi de ekleyin. Hele bir de Merkez Bankası, sıcak para girişini sınırlayabilmek ve ekonomik canlanmayı desteklemek için faizleri hızla aşağıya indirirse.

Böylesine basitleştirilmiş senaryonun en kritik yanı özellikle bütçe açığının ve cari açığın kontrolünün elden kaçırılmaması. Özellikle uzun sürecek olan seçim ortamı nedeniyle bütçe ve diğer kamu açıkları kontrolden çıkarsa ileride toplamak zor olur. 2015 yılında iktidara gelen kim olursa olsun, TBMM’de enkaz devralma edebiyatı yaparak hükümet programını okumaya başlar.

Dolayısıyla bir yandan dışarıdan gelecek sıcak parayı kontrol etmek için daha radikal kararlar alınırken diğer yandan şimdiden bozulmaya başlayan kamu dengelerini düzeltmek için acil kararlar almak geriyor. Bazı önlemler bu yılki enflasyon hedefini zorlayıcı olabilir. Ancak jeo-politik risklerin arttığı bu günlerde ekonomik riskleri azaltmak için ciddi fedakârlıklar yapmak gerekiyor.

Hazırlıkları devam eden Orta Vadeli Program bu açıdan piyasalara ışık tutacak, yön verecek.