Advertisement

Sanayi üretiminin mayıs ayında yüzde 1 gibi düşük düzeyde artması piyasa oyuncularının büyüme beklentilerini etkiledi. Buna karşılık banka kredileri aldı başını gidiyor. Yıllık büyüme hızı yüzde 20'lerde. Bu hızla artan kredilerin büyümeyi tetikleyeceğini düşünenler var. Özellikle harcamaların yüzde 70'ini oluşturan iç tüketimin canlanması için tüketici kredilerindeki ve kredi kartlarındaki gelişmelerden medet umuyorlar.

KREDİLERDEKİ BÜYÜME
Rakamlara biraz yakından bakınca göze çarpan şeyler var. Örneğin, 2004 sonunda 26.6 milyar lira olan ve toplam iç tüketimin yüzde 6.7'sine karşılık gelen tüketici kredileri ve kredi kartları toplamı çok hızlı büyümüş. Aralık 2012 tarihinde 272 milyar liraya çıkmış. Daha önemlisi kredilerin toplamının iç tüketime oranı yüzde 27'yi geçmiş.
Fakat veriler başka bir gerçeği de gözler önüne seriyor. Tüketici kredileri ve kartların toplamı aynı dönemde 10 kattan fazla büyürken iç tüketim sadece 2.5 kat büyümüş. Yani etki bire bir değil. Bu konuda bir araştırma yapan Citigroup Başekonomisti İlker Domaç 2004-2013 arası dönem için yüzde 1 'lik tüketici kredisi büyümesine karşılık özel tüketimin yüzde 0.3 büyüdüğünü saptamış. Çalışmada ayrıca Mart 2004=100 bazlı bir endeks de yer alıyor. Endekse göre, tüketici kredileri Mart 2013'te 900'lü düzeylere çıkarken özel tüketim 150'li seviyelerde kalıyor.

PEKİ NEDEN?
Konuyu bir örnekle özetlemeye çalışayım. Uzmanlar 150 metrekarelik bir apartman dairesinin, arsa bedeli hariç yapım maliyetinin 150-200 bin lira civarında olduğunu söylüyorlar. Buna arsa bedelini eklerseniz toplam maliyet çıkar. (Örneği siz çeşitlendirebilirsiniz) Ancak İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde 450-500 bin liradan aşağı fiyatta yeni ev bulmak zor. Bu evin bedelini bankadan aldığınız kredi ile öderseniz; yarısı demirciye, çimentocuya, camcıya, mühendise, işçiye, seramikçiye vs. gelir olarak gidecek. Diğer yarısı ise satıcının ve arsa sahibinin cebine giriyor. Kredinin bu bölümüyle gelir değil servet etkisi yaratılıyor. Gelir etkisi yaratan bölümü harcamaya, tüketime giderken diğer bölümü vergilenmeden yüksek faizle banka hesaplarına yatırılıyor. İkinci el ev alanların ödemesi tamamen servet etkisi yaratıyor. Üretime katkısı çok sınırlı oluyor.
İşin daha kötüsü, konut kredisi faizleri indikçe konuta olan talep artıyor. Ev fiyatları şişmeye başlıyor. 500 bin liralık evin fiyatı 600 bin lira oluyor. Pahalılaşan evi banka kredisiyle alan kişinin ödemesiyle ekonomi gelir artırma anlamında hiçbir şey kazanmazken, satıcının serveti biraz daha artıyor.
Öte yandan, otomobil kredisi gibi bazı örneklerden de görüleceği üzere, alınan borçla yapılan harcamalar bazen de ithalatı tetikliyor. Ucuzlayan döviz yerli üretim yerine ithalatı teşvik ediyor. Önceden ödediğinizden daha az TL ödeyerek ithal bir araba alma ortamı doğunca tercihler değişiyor. Kredilerin bir bölümü ithalatın artmasına yardımcı oluyor. Tüketim malı ithalatındaki çift haneli artış rakamı bunun küçük bir göstergesi.

BİR VERGİ ÖNERİSİ
Benzeri örnekleri çoğaltabiliriz. Bugün sanayileşmiş ülkelerde sorunun çözümü için çeşitli fikirler üretilmeye çalışılıyor. Banka kredilerinin varlık balonlarına neden olmalarının nasıl engelleneceği konuşuluyor. Benim ilk aklıma gelen balonlaşmaya neden olan krediler için ayrı bir karşılık ayırma sistemi getirilmesi. Yanı sıra konut kredisi örneğinden yola çıkarsak; maliyetlerin ve makul bir kâr oranının üzerinde talep edilen kredinin o bölümü için bir finansal işlem vergisi düşünülebilir. Böylelikle, eğer amaç insanları ev sahibi yapmaksa, fiyatların kolayca şişmesinin önüne geçilir ve şehir rantlarına sınırlamalar getirilmiş olur.