Advertisement

Haberi okurken gözlerim doldu. “Kalabalık okul” can almış, zilden sonra merdivendeki izdihamda çıkan tartışmada Ahmet Şahin ölmüş. Mekânı cennet olsun. On üç yaşındaymış Ahmet. Okuduğu okulda 3700 öğrenci varmış. Yaşadığı yer bu ülkenin ticaret, kültür ve sanat merkezi. Kalkınma Bakanlığı’nın verilerine göre ülkenin en zengin bölgesi, İstanbul. Bana göre Ahmet, kalkınamadığımız için hayatını kaybetti. Yaşananlar kalkınma mücadelesinin neresinde olduğumuzun bir göstergesi. Siyasetçiler tartışıyor, büyüme yarışı yapıyorlar.

“Biz Milli Eğitim’e sizden çok para harcadık” diye böbürlenenleri, aklım erdiğinden bu yana, her eğitim yılı açılışında görürüm. Bu arada benim de küçük bir özeleştiri yapmam lazım. Bir zamanlar devlet bütçesinin hazırlanmasında görevler üstlendim. Senelerce bu işlerle uğraştım. Milli Eğitim’e ayrılan ödeneklerle doğrudan ilişkim olmadı. Ama bazen ayrılan ödeneklerin çoğunun okul inşaatlarına ayrılmasını eleştirdiğim oldu. Bana göre eğitimin, öğretmenlerin niteliklerini artırmak daha öncelikli olmalıydı. Büyük okullar yapılsa, öğretmen çağı yakalayamadıktan sonra ne kadar yararlı olabilir diye düşünüyordum. Aslında çok haksız sayılmam. Eğitim bir ülkenin geleceğidir. Modern bir okul, nitelikli öğretmen, çağdaş eğitim sistemi olmadan geleceği kurtaramazsınız. Ama bir ekonomi mahallesine yeterli büyüklükte okul yapamıyorsa, çocuklar merdivende, kantinde, bahçede izdiham sorunu yaşıyorsa gerisi laf kalabalığıdır.

Dahası AVM, altgeçit, yol genişletme, rezidans, temalı park yapmayı işten sayıyor ama mahalleye yeterli okul yapamıyorsa o ekonomide ciddi bir kaynak tahsisi sorunu vardır. Karar alıcılardan hiç biri “Ekonomiye Giriş” dersini anlamamıştır. Çünkü dersin ilk konusu, iktisadın kıt kaynakların yönetimi olduğudur. Bu ülkede kıt kaynaklar hiç iyi yönetilemiyor. Yeterli büyüklükte okullar yapılamıyor. Büyüme öne çıkarılırken, kalkınmanın önemi unutuluyor. Evet, ister okul olsun ister AVM, yapılan her inşaat ekonomiyi büyür. Ama yeterli okul yapamayanlar o AVM’de yerli malı değil, sıcak parayla ithal ettikleri ürünleri satarlar. En kötüsü de karar alıcıların ve kanaat önderlerinin çocuklarının genellikle böylesi sıkıntılar yaşamamaları.

Çünkü şartları biraz uygun olanlar, her türlü fedakârlığa katlanarak çocuklarını özel okullara gönderiyorlar. Aileler tüm şartlarını zorlayarak daha güvenli ve sağlıklı eğitim alınacağına inandıkları için çocuklarını paralı okullara göndermeyi tercih ediyorlar. Sadece çok iyi bir bölüm kazandıysa üniversiteyi devlet okullarında okumasına razı oluyoruz.

Böyle düşünenlere ben de dahilim. İki çocuğum da hemen hemen tüm eğitim hayatlarını paralı okullarda geçirdiler. Bir zamanlar okul taksitlerini öderken yaşadıklarımı eşim ve ben bilirim. Böylesi ayrımcılığın sonucu, eğitim camiasının içinde olanlar ve bu konuya duyarlı olanlar dışındaki kesim, devlet okullarında yaşanan sorunlardan pek haberdar olamıyor. Uzmanlarla konuştuğunuzda, size genellikle yaşanan niteliksel sorunlardan bahsediyorlar. Hatta bazıları okulların yetersizliğini kanıksamış. Akıllı tahta, tablet bilgisayar gibi yeniliklere dikkat çekiyorlar. Ama neredeyse küçük bir kasaba büyüklüğünde olan bir okulda, aynı sırada üç, dört kişi oturtarak verilen eğitimde, öğrettiğinizin üretime hiçbir katkısı yoksa, her yanınız akıllı teknoloji olsa ne olur, olmasa ne olur?