Advertisement

Türkiye finans sektörü tarihi sorunlu kamu bankaları hikayeleriyle doludur. 2001 Krizinden önceki dönemde bütçeden karşılanamadığı için bankalardan finanse edilen popülist harcama örnekleri saymakla bitmez. Kriz sonrasında kamu bankalarının görev zararları nedeniyle oluşan borcun ödenmesinden Hazine’ye yükü az değildi.

GÖREV ZARARLARI DENEYİMİ
Bu bağlamda görev zararlarını hatırlamakta yarar var.
Devlet, kamu bankalarına ve diğer KİT’lere görev veriyordu. Belli bir mal veya hizmeti maliyetinin altında fiyatlamasını istiyordu. Oluşan zararını sana Hazine’den ödeyeceğim diyordu. Ancak bütçe olanaklarının yetmemesi ve sık yapılan seçimler, var olan kaynakların da popülist amaçlarla harcanması bankalara zamanında ödeme yapılmasına engel oluyordu. Sonuç olarak, kamu bankalarının açıkları büyüdükçe büyüdü. Kriz patlak verince finansal sistemi kurtarmak için bir kaç misli büyümüş olarak ödendi.
2001 Yapısal Reformlarıyla, kamu bankalarına bir zarar etme görevi verilecekse, kaynağının avans olarak bütçeden ödenmesi şartı getirildi. Bu bütçeye ödenek koymak anlamına geliyordu.
Böylece 2002 yılından bu yana, kamu bankalarının görev zararı alacağı sorunu çözümlenmiş durumda. Eğer hükümet kamu bankaları aracılığıyla esnafa, çiftçiye ucuz kredi vermek istiyorsa, tahmini yükünü hesaplayıp, o yılın bütçesine ödenek koyuyor. Böylece kamu bankaların bilançoları olumsuz etkilenmiyor.

YENİ BİR YÜK MÜ?
Ancak, kamu borçlanmalarında iki yıldır yeni bir gelişme gözleniyor.
Hazine önceleri özel bankaların yurt dışındaki yapılanmalarından aldığı dış kredileri, 2009 ve 2010 yıllarında Halkbank ve Ziraat Bankası’na kaydırmış. Krediler, çoğunluğu Karayolları Genel Müdürlüğü olmak üzere DSİ ve bir kaç kuruluşun projelerinin finansmanı için alınmış.
2001 Reformlarının temel parçalarından birisi olan Kamu Borç Yönetimi Kanunu, Hazine’ye yurt içinde bankalardan proje borçlanması yapma yetkisi vermiyor. Bütçenin finansmanı için yurtiçi piyasalardan zaten borçlanıldığı için bir de projeler için ayrıca borçlanma yapılmasına kanun yapıcı izin vermiyor.
Dışarıdan borçlanmaya izin verilmesinin mantığı ise, kısmen iç tasarrufların yetersizliği, kısmen de projenin hayata geçirilmesi için gereken bazı malzemelerin ithal edilmesi ve bu nedenle dövize olan gereksinim. Diğer bir deyimle, proje finansmanında dış borçlanma, daha çok, ithal edilmesi zorunlu olan girdileri satın alabilmek için gerekli dövizi bulabilmek amacıyla yapılıyor.
Ancak, Türk inşaat sektörü artık, özellikle yol ve baraj yapımı alanında öylesine yetkin bir konuma geldi ki, bırakın dışarıdan satın almayı, aksine dışarıya mal ve hizmet satmaya başladı.
Bulamadıkları tek şey para. Yurt içinde aldıkları işleri büyük hevesle yapmaya çalışan müteahhitlere para ödemede gecikmeler yaşanıyor. Anlaşılan o ki; işi hızlandırmak ve para sorununun üstesinden gelebilmek için yeni bir yöntem bulunmuş. Hazine, Karayolları ve DSİ projeleri için borçlanıyor. Parayı şirketlere ödüyor.
Bunda bir yanlışlık yok, para havaya gitmiyor yol, baraj yapılıyor diyebilirsiniz. O zaman iki soruya doğru cevap bulmak lazım. Birincisi, cari yılın bütçeye bu projeler için yeteri kadar ödenek konulamaz mı? Neden fazladan dışarıdan borçlanılıyor? Böylelikle geleceğe yönelik kamu yükümlülükleri büyütülüyor.
İkincisi, geri ödeme zamanı gelince bütçede yeteri kadar para olmaz ve bankalar zamanında tahsilat yapamazsa ne olacak? Geçmişte yaşanan olumsuz deneyimler, tekrar yaşanır mı?
Son bir soru daha. Ziraat ve Halk Bankasından yol yapmak için para alabilen devlet, neden aynı amaca yönelik olarak Vakıflar Bankası’nın olanaklarından yararlanmıyor?