Advertisement

ABD tarafından gelen yoğun ve piyasalarımızı destekleyici bir haber akışı içindeyiz. Bir taraftan da IIF ve Fitch gibi kurumların, özellikle Türkiye’nin dış fonlamasına dair yaptığı açıklamaların görece olumluya döndüğünü de görüyoruz. Kısa vadeli bakarsak hem yıllık dış finansman ihtiyacımız kriz öncesi dönemdeki 230 mlr usd’lerden 170-180 mlr usd’ye kadar gerilemiş durumda. Hem de global fonlama koşulları, gevşek faiz ortamı ve likidite son derece lehimize.

Böyle bir dönemde önümüzde bir fırsat penceresi açılmış gibi gözüküyor. Bu fırsatı iki türlü değerlendirebiliriz. Ya kısa vadeli kazanımlara odaklanacağız, hızla büyümenin yollarını, finansmanını  (borçlanma) bulacağız. Ya da daha sakin sabırlı ama daha sürdürülebilir bir büyüme için adımlar atacağız.

Daha önce, bu tarz global fonlama koşullarının olduğu dönemlerde bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin önemli bir kısmı hızla borçlanma yoluna gitmiş, hızla rehavete kapılmış ve kaldıraç kullanmışlardır. Kısa vadede yüksek büyümeye erişirken diğer ekonomik dengelerin bozulması ile, enflasyon gibi, bir sonraki dönem zor geçmiştir. Türkiye’nin 2008 sonrasını dönemi de bundan çok farklı olmadı.

Şimdi de tüm yatırımcılarda benzer bir soru işareti mevcut olabilir. Türkiye hangi yolu seçecek. Eğer yeniden hızla borçlanma ve hemen büyüyelim arzusu ağır basacak ise, bu durumda enflasyon gibi bir sorunumuz da çok hızla karşımıza çıkacaktır. Bu sebepten de bugün, global koşullar destekleyici, enflasyon düşüş trendinde, faiz düşüş trendinde ve ekonomi görece toparlanıyorken, yabancı yatırımcılarının halen Türk piyasalarına girmekte çekimser kaldığını görüyoruz. Soru işaretleri ve güven problemi devam ediyor. CDS’imizin halen yüksek olmasındaki teknik unsurlar dışında bir diğer unsur da budur..

Peki biz son iki aydır ne yapıyoruz. Faiz tarafında hem düşen enflasyon, hem de dış finansman tarafındaki kısmi rahatlamamız sayesinde 750 baz puanlık bir faiz düşüşü yapma imkanı sağladık. Muhtemelen son bir 100-150 baz puan daha yolda. Buraya kadar aslında sorun yok. Ama daha detay bakarsak bunlar olurken mevduat faizi de çok hızlı geriledi. Piyasadaki stopajdan arındırılmış ortalama mevduat faizinin, var olan enflasyondan daha düşük seviyede olduğunu görüyoruz. Evet Eylül enflasyonu %10 ve belki altına gelecek ama bu kalıcı değil. Fiyat istikrarının olmayışı ve faizin normalden çok daha hızlı düşmesi, dolarizasyonu tekrar tetiklemekte. Oysa ki o cephede kısmen bir sakinleme vardı. En azından yükselişi durmuştu. Geçtiğimiz hafta ise rekor rakamlara yeniden geldiğimizi görüyoruz. Dolarizasyon para politikasının etkinliğini azaltan bir unsur maalesef. Faizde düşüşün de önünü kesmekte. Bu yüzden faiz düşüşü, büyüme hedefi gibi konularda dengeli acele etmeden hedefe ulaşmak daha doğru bir yaklaşım olabilir. Böylece dolarizasyon gibi yan etkileri de bertaraf edebilmek kolaylaşır. Hatırlayalım, dolarizasyon bozulması son derece kolay ve hızlı, düzelmesi ise bir o kadar uzun zaman alan bir süreçtir. Tıpkı enflasyon gibi..

İkinci konu, elbette ki yeniden krediye dayalı hızla büyüme arzumuz risk oluşturmakta. BDDK’dan son gelen sorunlu kredilere dair önlem, sistemin açılması açısından orta vadede yapılması gereken somut ve olumlu bir adımdır. Kredi kanalının önündeki bir engel de böylece kalkmış olacak. Fakat bu yeterli değil. Her ne kadar bu önlem olumlu olsa da bunun yanında başka adımlar da atmaktayız. Bunlardan bir diğeri de hem TL hem yabancı para zorunlu karşılık aracının çokça kullanılması. İlk adımı bankalarımıza %10-20 kredi büyümesi referans aralığı vererek başlattık ardından da diğer adımların geldiğini görüyoruz. Burada otoritelerin bankalara tavsiyesi net gözükmekte, ya hızla verdiğiniz kredileri artırın ya da bunun maliyetine katlanın. Elbette ki bankacılık sektöründe kredi arzı bu denli kolay gerçekleşemiyor. Keşke gerçekleşebilse. Ya da faizi hızla düşürerek hızla kredi büyümesi sağlayabilsek. Fakat gene görüyoruz ki iktisat kural işi, arz ve talep bir denge oluşturmak durumunda. Bu iki bacak da düzgün çalışmadığı takdirde hedefe kolay ulaşılamıyor. Halen iç talep tarafında kredi talebi aratacak bir iştah olmadığını görmekteyiz. Çok kısa vadede bu tarz uygulamalarla hedefe ulaşılabilir – tıpkı 2017 kredi garanti fonunda olduğu gibi. Lakin orta vadede aslında büyümeden feragat etmek durumunda kalırız – tıpkı 2018-2019 gibi. Dolayısyla hızla kredi artışı sağlarken (credit impulse) bunun ileri vadede yan etkileri de hesaba katılmalı.

Hedefimiz, kalıcı büyüme ve kalıcı düşük faiz ise, kesinlikle enflasyon sorununu artık çözmeliyiz. Fiyat istikrarını sağlamış değiliz ve önümüzdeki yol da uzun. Diğer taraftan hızla %4-5 büyüyelim dersek, bu amaca giderken yolda tekrar tekrar enflasyona takılma ihtimalimiz çok yüksek.

Global koşullar bizim rehavete kapılmamızı sağlamamalı. İçinde olduğumuz ortam evet olumlu fakat bunu hızla kaldıraçla büyümek yerine, daha sakin adımlar atarak kullansak, iktisadi açıdan daha faydamıza olabilir. Unutmayalım ekonomide halen güvenin tesis edilemediğini, son gelen güven endekslerinden de görmekteyiz, yatırım talebinin oldukça zayıf seyrettiğini bu işe kafa yoran hepimiz görmekteyiz.

Özetle, çok kısa vadede YEP 2020-2022, Yeni Ekonomi Programı da açıklanıyor olacak. Orada muhtemelen 2020 ve sonrası için hangi yolu tercih edeceğimizi piyasa daha net görecektir.